İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı aylarda Beyaz Saray’da ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt, yardımcısına, o günlerde ABD’ye savaş ilan eden Macaristan’ın krallık mı yoksa bir cumhuriyet mi olduğunu sorar. ‘‘Krallık, sayın başkan’’ yanıtı verir yardımcısı. Rivayete göre FDR ile yardımcısı arasındaki diyalog şöyle devam eder:

 

FDR: Kralın adı ne?

YARDIMCI: Macaristan’ın bir kralı yok efendim.

FDR: O halde bu krallığı kim yönetiyor?

YARDIMCI: Amiral Miklós Horthy adında bir naip yönetiyor.

FDR: Amiral mi? Macaristan’ın güçlü bir donanması var demek ki…

YARDIMCI: Hayır, Macaristan’ın bir donanması yok efendim. Hatta denize sahili bile yok.

FDR: Savaşlarda dini kimlik çok rol oynuyor. Macaristan’daki yaygın dini kimlik ne?

YARDIMCI: Katoliklik. Ancak Amiral Horthy bir Protestan

FDR: Dini saik yok gibi. O halde Amiralin bize savaş ilan etmesinin sebebi ne? Bizimle bir toprak uyuşmazlığı mı var?

YARDIMCI: Macaristan’ın toprak uyuşmazlığı bizimle değil komşusu Romanya ile.

FDR: Peki, Macaristan, Romanya’ya savaş ilan etti mi?

YARDIMCI: Hayır, Macaristan ve Romanya müttefik.

FDR: Bi saniye şimdi, doğru mu anladım? Macaristan bir krallık ama bir kral değil bir naip tarafından yönetiliyor. Bu naip bir donanma amirali ama donanması yok. Ve toprak uyuşmazlığı yaşadığı Romanya ile müttefik ama hiç bir uyuşmazlık yaşamadığı bize savaş ilan ediyor!  

YARDIMCI: Doğrudur efendim!

 

FDR bugün yaşıyor olsaydı ve yardımcısına, ‘Macaristan bir Cumhuriyet mi krallık mı?’ diye sorsaydı şu yanıtı alacaktı:

‘’31 Aralık 2011 tarihine kadar Cumhuriyetti. Ancak 2010’dan beri ülkenin başbakanı olan Viktor Urban’ın partisinin yaptığı yeni Macaristan Anayasası gereği, 1 Ocak 2012’den beri artık resmi adı ‘Macaristan Cumhuriyeti’ değil, sadece ‘Macaristan’.’’

 

Yani bir kr​allık!

Hayır! Aslında teknik olarak bir Cumhuriyet olarak kalmaya devam ediyor ülke. Yani, devlet başkanı hala halkın oyuyla belirleniyor.

 

O halde bu Viktor Orban’ın amacı ne?

Viktor Orbán’a tarihsel olarak ülkenin ‘’başbakanlarından biri olmak’’ yetmiyor. O, tarihe ‘Yeni Macaristan’ın kurucu lideri’ olarak geçmek istiyor.

 

Yani ‘krallık’ olduğunu söyleyemeyiz!

Tam olarak onu da yapamayız. Krallık yokmuş gibi ama aynı zamanda var gibi. Yeni Anayasa, geleneksel Macar Krallığı’nın, ‘’Tanrı, Aziz Stephen’in Kutsal Tacı, Hristiyanlık ve Aile’’ sloganını yeniden yaşama geçirdi. Zaten ‘Macar Kralları’nın tacı olan Aziz Stephen’in tacı da Macaristan Ulusal Müzesi’nden Macar Parlamento binasına nakledildi. Ülkenin her yerinde Miklós Horthy’nin heykelleri yükseliyor.   

 

Peki kim bu Orbán?

Orası da çok karışık. Net bir siyasal çizgisi yok. Kendi kişisel iktidarını ve kişisel kariyer hesabını destekleyip kollayacak her türlü zikzak var kariyerinde. 1990’lı yıllarda komünizm karşıtı bir serbest piyasa liberaliydi. Ancak geçen dönem kabinesinde 1989 öncesi Macar Komünist Partisi yöneticisi 8 bakan vardı. Bir zamanlar ateistti. Sonradan Calvinist oldu. Eşi Katolik. Bazen de Macar halkının çoğu gibi Katolik kiliselere gidiyor. Bir zamanlar küreselciydi. Şimdilerde her konuşması yüksek dozda Hristiyancılık ve Macar milliyetçiliği retoriği içeriyor. Politik olarak kendisini, Hristiyan muhafazakar, sağcı ve milliyetçi olarak tanımlıyor.

Bir zamanlar katı bir Rus karşıtıydı. Ancak son iki yılda bu tavrından dan keskin bir dönüş yaptı ve Putin’e yanaştı. Artık dünyadaki tek lider dostu Putin.

Bi saniye şimdi, doğru mu anladım? Yani, Orbán liberal bir ateistti aslında. Ama, Katolik kiliselere de giden dindar bir Protestan ve aşırı sağcı bir milliyetçi. Ve 1000 yıllık Macar Krallığı’nı canlandırmaya çalışırken aynı zamanda ‘Yeni Macaristan’ın kurucusu olmaya çalışıyor.

Evet, doğru anladınız.

 

Oyda azınlık, sandalyede çoğunluk

 

Bugünlerde dünya medyası yeniden ‘Hungary’ haberleriyle dolu. Avrupa’nın ortasındaki Macaristan’ı kazandığı 2010’dan beri hızla bir demokrasi olmaktan uzaklaştıran, nasyonalist ve dinci söyleme sahip Macar Başbakan Viktor Urban’ın sağ partisi Fidesz, 6 Nisan’da yapılan seçimlerde oyların yüzde 44’ünü alarak bir kez daha iktidarın tek sahibi oldu. Orban’ın 2011 sonunda çıkardığı yeni seçim yasası sayesinde partisi Fidesz oyların yüzde 44’ünü almasına rağmen parlamento’daki sandalyelerin yüzde 66’sını kazandı. Muhalif sosyal demokrat-liberal ittifakı ise oyların yüzde 26’sını almasına rağmen sandalyelerin yüzde 19’unu kazanabildi. Tıpkı 2010’da olduğu gibi oyların büyük bölümü, birkaç büyük şehir dışındaki Macar taşrasından geldi.  

Orbán, 2010 ilkbaharında parlamentoda süper çoğunluğu kazandıktan sonra, ülke sistemini hızla değiştirmeye koyuldu. İktidarını pekiştirecek yüzlerce yeni yasa yaptı. Yeni bir anayasa yaptı. Anayasa Mahkemesi’nin birçok denetim yetkisini iktidar lehine budadı. Yargı başta olmak üzere tüm devlet erklerini, Fidesz’e sadık partililerle doldurdu. Medya özgürlüklerini rafa kaldıran birçok yasa çıkardı. Hristiyan değerlerini canlandırma ve benimsetme adına birçok yasal düzenleme yapıldı. Yüzlerce önde gelen gazeteci işini kaybetti. Orban’a sadakatle bağlı olmayan gazetecinin, devlet radyo ve televizyonlarında işini koruması imkansız. Bütün devlet kurumlarından Fidesz’e bağlı olmayanlar tasfiye edildi ediliyor. Dışişleri Bakanlığı’nda bile bir çok büyükelçi tasfiye edildi.

 

‘’Dünya, Macaristan’a düşman’’

 

Demokrasi yanlıları bu gidişattan dolayı Viktor Orbana’a,  ‘Viktatör’ lakabını taktılar. Doğal olarak Avrupa Birliği ve ABD’den eleştiriler yükseldi. Ancak Orban, ‘’yabancılar Macaristan’ın içişlerine karışamaz! Buna asla izin vermeyeceğiz’’ diyerek rest çekti. Bu populist söylem de popülaritesini daha da artırdı. Dünya medyasından yükselen eleştiri fırtınasının sebebi olarak ise, Orban ve taraftarlarına göre, küresel medyanın geleneksel ‘Macar nefreti ve düşmanlığı’. Orban 23 Ekim 2013’teki ulusal bayram sırasında, Macar halkının, Macaristan’ı bir türlü rahat bırakmayan yabancı güçlere ve yerli işbirlikçilerine hadlerini bildireceğini söyledi.  

Macaristan eski başbakanlarından Ferenc Gyurcsány, iki hafta önce Financial Times’ta yayınlanan makalesinde ülkenin 1950’lerdeki Stalinist diktatörü Rákosi’yi hatırlatıyor. ‘’Bizimle olmayan bize karşıdır’’ dermiş Rákosi. Onun halefi János Kádár daha akıllıca bir versiyon uydurmuş bu politikaya: ‘’Bize karşı olmayan bizimledir.’’ Orbán’ın formülasyonu ise şöyle: ‘’Bizimle olmayanın var olma hakkı yok.’’

İronik olan ise Orban’ın bütün bu süreçte ‘demokrasi şampiyonluğu’nu da kimseye bırakmaması. Ülkesini demokratikleştirdiğini iddia etti, ediyor. Ama yüzde 10-15 arasında desteğe sahip aşırı sağcı Jobbik Partisi’nin bütün vaatlerini yerine getirdi. Jobbik, aşırı milliyetçi, ırkçı ve sosyalist bir parti. İkinci Dünya Savaşı öncesinin Faşist ideolojisinin temsilcisi. Orban’ın Jobbik’in AB’den çıkma söylemini yaşama geçirmesi de artık kimseyi şaşırtmayacak. 

Macar asıllı Amerikalı gazeteci Charles Gati, Macaristan’ın mevcut durumunu, Václav Havel’in 2009’da Rusya tasvirine benzetiyor:

‘’Dışarıdan herşey demokratik teamüllere uygun gözüküyor. Parlamento var. Seçimler ve politik partiler de var. Ancak bunla beraber, hükümet, yargı, polis ve istihbarat arasında devlet doğasına aykırı ve çok endişe verici bir birliktelik var.’’

 

Hun ve Magyar adında iki kardeşin ülkesi

 

Macarlar, efsaneye göre iki kardeşin soyundan geliyor: Hun ve Magyar (Macar). Bütün Batı dünyası bu ülkeyi anarken kardeşlerden Hun’a atıfla Hungary diyor. Macarlar ise ülkelerine ‘’Magyarország’’ diyor. Biz de Macarların kendisi gibi kardeşlerden Macar’ı öne çıkararak Macaristan diyoruz. Hunlar, 896 yılında Karpatlara yerleşti. Kral Stephen, Hristiyanlık inancına geçti ve Macar Krallığını kurdu. Daha sonra ise ‘aziz’ ilan edildi.

Macaristan, 1990’ların başında ekonomik ve politik gelişim olarak Karpatların en gıpta edilen ülkesiydi. Şimdi, komşuları Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Polonya’nın çok çok gerisinde kalmış durumda. Macaristan’ı ekonomik olarak her geçen gün erirken, dünyadan da – Rusya hariç- hızla izole oluyor. 

Ancak bu durum sağcı Macarların çok da umurunda değil. Hala ellerinde Macaristan bayraklarıyla, politikacıdan çok adeta bir peygamber gibi gördüklerini Orban’ın peşinden koşuyorlar. Peki bu çılgın koşuş nereye varır?

Macaristan eski başbakanı Ferenc Gyurcsány, FT makalesinde bir Macar halk hikayesini anlatıyor:

Bir pazarda uyanık bir tüccar saf vatandaşı kandırarak ona kör bir at satıyor. Atın çılgın koşuşundan etkilenen saf vatandaş hevesle yeni atına biner ve mahmuzlar. Hızla koşmaya başlayan at ilk duvara toslar. Çarpmanın şokunu yaşayan saf vatandaş tüccara bakar. Satıcı pişkindir:

‘’At kör değil, duvara çarpacak kadar cesur.’’

@CemalTdemir