Türklerin İslamiyet’le tanışmasını müteakip, Arap, Fars ilişkileri, Büyük Selçukludan Anadolu Selçuklularına sonra Osmanlının, tebaanın bu dilleri benimseyip bünyesine katması Türkçenin değerini kaybettirmiştir. Hikâyeyi dinlemek için dil uzmanlarını çağırırız, konuştururuz, tamamdır. Maksadım bu değil! Ancak, Türkçenin bu serüvende geldiği son durumu tahlil etmemiz için belirli düzeyde bilgiye de ihtiyacımız olacak. Cumhuriyetle birlikte atağa geçen Türkçemizin geleceği açısından bazı mevzuların konuşulması şarttır. Hele de ülkemizde bazı azınlıklar, kendi dilleri ile gereksiz söylemler ve beklentiler içindeyken.
Dilimiz Cumhuriyet dönemi Türkçesi, “Arapça Farsça ortaya karışık bazı da ÖzTürkçe”dir. Esasında meselemiz, yabancı sözlüklere Türkçe sözcük “peydahlamak”.olmalı ya…
Öncelikle okullarda ızdırapla verilen eşanlamlı zıt anlamlı sözcükler konu başlıklarını ortadan kaldırmakla başlamalıyız. Eş anlamlı demek için aynı dilde aynı anlama gelen iki kelimeden bahsetmemiz gerekir. Oysa biz eş anlamlı kelimeler derken Türkçesine karşılık gelen Arapça veya farsça kelimeleri eşleştiriyoruz… İhtimal=olasılık, kaide=kural, itibar=saygınlık, imkân=olanak… gibi.
Bu yaklaşımla sun=güneş, wolf=kurt, bus=otobüs vsv gibi milyonlarca eş anlamlı kelimeleri de öğrensek iyi olacak. “Mamafih” İngilizce en geçerli “lisan”.Mesela Kongre, prömiyer, sponsor gibi kelimelerin Türkçe geçerli karşılıkları var. Kurultay, ilk gösteri, destekleyici, ama neden yabancı olanlarını tercih ediyoruz? Sorun değil, içselleştirdiğimiz(hakikaten öyleyse tabi) bütün kelimeleri kullanmak zenginliktir. Televizyona, telefona geçerli bir Türkçe bulamamışsan olanı kullanacaksın. Lisanın geçerliği, ülkenin ekonomik, teknolojik sosyal gücü ile orantılıdır yapacak bir şey yok.
Türkçemizdeki Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızcadan vs geçmiş süzülmüş sindirilmiş kelimeleri atmaktan değil, bilakis sözcüklerimizi edebiyatta şiirde teknolojide ciddi biçimde kullanmaktan gençlerimizi bu şekilde bir eğitime tabi tutmaktan söz ediyorum.Türkiye sınırları içinde kullandığımız Türkiye Türkçesi, günümüzde yaşanan sorunlara rağmen gelişmiş bir dil olarak tanımlanmaktadır.
Türk Dil Kurumu'ndan yapılan açıklamalara göre,1945'te çıkarılan sözlükte 20.000 kelime varken,1998'de çıkarılan sözlükte 75.000,2005 yılında çıkarılan sözlükte 75.000'den fazla sözcük olduğu görülmüş. Peki, biz zenginleştirdiğimiz dil hazinemizin ne kadarını kullanıyoruz?
Ülkemizdeİnsanlar günlük 200/ 500 kelime ile konuşuyorlar ve bunun yalnızca yarısı kavramsal. Gençleri lüzumsuz gramer dersleriyle, “dolaylı tümleç’miş, zarf’mış, zamir’miş gibi” önemsiz sayılabilen konularla oyalamaktan ziyade iki lafı bir araya getirebilen gençler olarak yetiştirebilsek anlamlı olur.
Kelime dağarcığımızı geliştirmek, olanları azami düzeyde kullanmak hususunda çevremde pek çok farklı görüşleri de dinledim. Birkaçını burada belirteceğim. Diyor ki vatandaş,
“ Çok kelimeyle konuşup insanların beyinlerini ağrıtmak değil önemli olan az kelimeyle çok şey anlatabilmektir.”
“Kişinin günde kaç kelime ile konuştuğu önemli değil maalesef, isterseniz 10.000 kelime bilin karşınızdaki insanlar sizi anlamıyorsa o kelimeler de hiç bir işe yaramıyor.”
“Çok kelime ile konuşuyor olmak dert değil… Esas olan boş konuşmamaktır.”
Okumaya, öğrenmeye, gelişmeye ciddi bir direnç geliştirmişiz besbelli ki. Olumsuz, karamsar, baştan kaybetmeyi kabullenmişiz. Bu söylemlere cevap vermeye lüzum dahi görmedim, nereden başlamamız gerektiğini biliyorum zira. Nobel aldık diye gururlanmayı biliyoruz da bir tane daha alabilmek için kim gayret sarf ediyor?