Tarih 07 Şubat 1990. Merzifon Yeni Çeltek Maden İşletmelerinde grizu patlaması meydana gelmiş o akşam 16.00 – 24.00 vardiyasında çalışan işçiler her zaman olduğu gibi yerin 316 metre altına inmiş, saatler 19.30’u gösterdiğinde ise büyük bir patlama olmuştu. Çıkış noktasına yakın olan işçiler can havliyle kendini dışarı atmış içerde kalan 68 işçiden 3’ünün cesedi çıkartılmış diğer 65’i ise içerde kalmıştı. Patlamanın etkisiyle ocakta ki gaz sızıntısı ve yangın uzun süre devam etmiş, yetkililer 316 metre derinlikte 65 işçinin olduğunu bilmesine rağmen çareyi galerinin ağzını betonla kapatmakta bulmuştu.

 

            Başta devrimci sendikalar, sivil toplum örgütleri, üniversiteler, öğrenciler, sanatçılar ve duyarlı insanlar olmak üzere toplumun önemli bir kesimi bu durumu protesto etmek için elinden geleni yapmıştı. İktidarın yaptığı ise tıpkı şu günlerde olduğu gibi gösterileri bastırmak ve göstericileri tutuklanma sebebiyle hâkim karşısına çıkartmaktı! İşte kısa süreli cezaevi sürecinin bir sonucuydu birazdan okuyacaklarınız. Tutuklanıp cezaevine atılmam, cezaevinin hemen ardından askere alınmam, sakıncalı muamelesi görülüp tatbikatlara götürülmemem bu sebepleydi. Lakin bunların hiç biri değil de asıl olan, asıl olan o’nu bir kez daha göremeyecektim.

 

            Küçücük elleri vardı Fatma’nın. El ele verip birlikte yürümeye başladığımızda dünyanın en mutlu insanı ben olurdum. Çoğu zaman sabahları birlikte binerdik otobüse. Ben okula giderdim o temizliğe. Gündelikçi derlerdi yaptığı işe. Zenginler ne zaman kirletirse evlerini o zaman temizliğe giderdi Fatma. O yıllar da Ankara’nın yoksul gecekondu semtleri, bir umuttur diye memleketinden göç eyleyen insanların alın teri ile yeni yeni kuruluyordu. Kadın ve genç kızların büyük çoğunluğu zenginlerin evine temizliğe giderdi. Evet, yoksul insanlardık belki, belki bir zeytini 3 kez ısırırdık ama o günlerde aşk başka yaşanırdı içimizde. Belki de bizi ayakta tutan en güzel şeydi aşk. Belki de bu yüzden benim ellerim hiç büyümedi. Çünkü küçücük ellerimi küçücük elleriyle ilk Fatma tutmuştu.     

 

            Bu cezaevinden sonra ilk ayrılığımızdı. Askere gidiyordum. Otobüs garına kadar gelmişti. Ben en çok o’na sarılmıştım. Çünkü beni en çok o sarmıştı. Başımı yaslarken göğsüne bir damla gözyaşının boynumdan aşağı aktığını hissetmiştim. Karagözlüm diye severdi beni. Karagözlüm güle güle oldu son cümlesi.

 

            Bir kış gecesiydi işte. Saat gecenin üçüydü. Koskoca koğuşta bir tek ben vardım. Alay tamamen boşalmış, bir hafta sürecek tatbikat için önceden belirlenmiş alana gitmişti. Nöbetçi asker, komutanın odasında beni beklediğini söylemişti. Bir anlam verememiştim. Odasına gittiğimde gelişi güzel yüzüme baktı komutan. Seni, dedi, 10 günlüğüne evine gönderiyorum. Şaşırmıştım. Evet, zaman zaman başarılı askerlere kafa izni verildiğini duymuştum ama bunun benimle bir alakası olamazdı. Üstelik sakıncalıydım ve hiçbir eğitime de katılmamıştım. Şaşırdığımı anlamıştı komutan. Zaten Alay’da kimse yok, yarın sabah 2 kişi seni nizamiyeden alacak ve uçakla evine gönderecek demişti. Öyle de olmuştu.

 

            O gece sabaha kadar uyku girmemişti gözüme. Uçaktan indiğimde beni 2 akrabam karşılamıştı. Birbirimize sarılınca her ikisinin de ağladığını görmüştüm. Evet kötü bir şey olmuştu. Konuşamadım. Kelimeler boğazıma dizilmişti. Hızlıca bir otomobile bindik. Normalde Tuzluçayır yönüne gitmesi gereken otomobil Yenimahalle tarafına yönelmişti. Karşıyaka mezarlığındaydık. Yetişememiştim cenazeye. Annemi bir trafik kazasında kaybetmiştim. Henüz kurumamış çamurlu toprağa diz üstü düştüğümü hatırlıyorum. Şımarınca ismiyle hitap ederdim o’na. Çünkü o güne kadar en çok o’na şımarmıştım. Fatma derdim o’na. Hoşuna giderdi. En son “Güle güle karagözlüm” demişti. Kalkarken dudağımdan dökülmüştü sözcükler: Ahh Fatma, karagözlün yasta.

 

            1990’lı yılların ortalarında okumuştum Turgenyev’in İlk Aşk isimli kitabını. Henüz kitabın ilk sayfasını okurken gözümü kitaptan kaldırıp, acaba, demiştim, acaba ben olsam neler anlatırdım. Ya da ilk kim gelirdi aklıma. Kuşkusuz kitapta anlatılanla farklı öykülerdi düşlediklerimiz ama İlk Aşk deyince bu soru gelmişti aklıma. Ve yukarıda yazdıklarımı daha kitabın başındayken düşlemiştim.

 

            Zira kitabın henüz başında bir oda da toplanan 3 kişiden ev sahibi olanı,  herkesin ilk aşkını anlatmasını ister. Çünkü kendisi bu duyguyu yaşamamıştır ve diğerlerini dinlemenin ilginç olacağını düşünür. Bir diğeri de hemen hemen aynı şeyleri söyler. Oysa Vladimir Petroviç’in durumu farklıdır. Zira o daha baştan, benim ilk aşkım gerçekten hep dinlediğimiz sıradan aşk öykülerine benzemez der. Zaten benzemesi de şart değildir.     

 

            Henüz 16 yaşındadır Vladimir Petroviç ve ailesi ile birlikte Moskova’da bir kasabada oturmaktadır. Genç bir anne babaya sahiptir ve bir taraftan da üniversite hazırlıklarına başlamıştır. Son derece durağan ve sıradan olan hayatı evlerinin hemen yan tarafına bir hayli borç içerisinde olan Prenses Zasekina ve güzel ve eğitimli kızı Zinaida taşınınca değişecektir. Zira komşu olmalarından dolayı evlerine sık sık ziyarete gidecek ve kendinden 5 yaş büyük olan Zinaida’ya hayranlığını gizlemeyecektir. İlk gördüğü günü sanki yıllardır görmüş gibi anlatacaktır:

—Baktıkça gitgide daha cana yakın, daha değerli buluyordum onu. İçimde sanki eskiden tanıyormuşum, onsuz hiç yaşamamışım gibi bir duygu vardı. Eteğinin altında pabuçlarının ucu görünüyordu. Ayaklarına kapanmayı ne kadar istiyordum o anlarda!

           

            Zinaida güzel, şımarık, gösteriş meraklısı bir kızdır. Etrafında sürekli erkek arkadaşları vardır. Açık sözlüdür de. Onlarla oyunlar oynar, kendince eğlenmektedir. Vladimir Petroviç’de katılmıştır aralarına. Diğerlerine göre ayrıcalıklıdır Vladimir. Zaman zaman özel sohbetler yapar. Kendisini sevip sevmediğini sorar Zinaida. Yüzü kızarır Vladimir’ın, susar, yutkunur. Eve dönüşünü ve yatağa uzanışını şöyle anlatır:

—Aşk buydu demek. İçimde fokur fokur kaynayan yeni, tatlı duyguları dinliyor, âşık olduğumu düşündükçe kâh sessizce gülüyor, kâh tatlı tatlı ürperiyordum. Soyunmadan, sanki sert, gizli bir hareketle içimdekileri ürkütmekten korkuyormuş gibi usulca yatağıma uzanıyordum. Gözlerim açık yatıyordum.

 

            Bir süre sonra Vladimir, Zinaida’nın hareketlerinden şüphelenir. Zira kız eskisi gibi değildir. Biraz daha duygusal ve içine kapanıktır. Acaba, der Vladimir, acaba kime âşık? Bazen onu ağlarken görür. Bazen çaresizce düşünürken! Genç kızı hiç böyle çaresiz görmemiştir. Kıskanır aslında. Hem Zinaida’yı hem de Zinaida’nın âşık olduğunu sandığı kişiyi. Gece düşlerinde Zinaida’yı görür Vladimir. Hayaller kurar.  Zinaida’yı düşman elinden kurtarıyor, canımı dişime takarak dövüştükten sonra kanlar içinde ayaklarının dibinde oluyordum diye anlatır. Zira git gide hayalleri genişlerken hayallerinde ki kahramanlıkları da genişler.

 

            Vilademi’in hiç ummadığı biridir Zinaida’yi bu hale getiren.  Hiç düşünmediği. Hiç hesapta olmayan! Üstelik hiç ummadığı bu kişiden dayak yerken görür güzel Zinaida’yı. Yıkılır. Susar. Zinaida eskisi kadar ilgilenmemektedir Vladimir’le. Bir akşam bundan bahsederler. Benim için kötü şeyler düşünme der Zinaida. Zira bir keresinde Vladimir’ın saçından küçük bir tel koparmıştır ve ölene kadar madalyonunun içinde saklayacağını söylemiştir. Hiçbir zaman kızmamıştır Zinaida’ya. Kızamamıştır. İnan bana Zinaida, der, inan bana ne yaptığınız şeyler, ne bana çektirdiğiniz acı sizi ömrümün sonuna kadar sevmeme engel olabilir. Her şeye karşın seveceğim tapacağım size.

 

            Kısa bir süre sonra ani bir kararla Moskova’ya taşınmaya karar verir Vladimir’in babası. Vladimir Zinaida’ya söyler bunu. Oysa Zinaida bilmektedir durumu. Zira o ummadığı kişi Vladimir’in babasıdır. Kucaklaşıp ayrılırlar. Çok kısa bir süre sonra çokta genç yaşta babası ölür Vladimir’in. Bu arada üniversiteyi de bitirmiştir. Bir gün tiyatroda gezinirken eski bir arkadaşıyla karşılaşır. Arkadaşı ona Zinaida’nın mutlu bir evlilik yaptığını ve kısa bir süreliğine Moskova’da olduğunu söyler. Arkadaşından adresini alır. Hemen ertesi gün “İlk aşk” ini görmeye gitmek ister. Lakin işleri çıkar ve bir süre gidemez. Ancak bir iki hafta sonra Zinaida’nın kaldığı otele gider. Görevli, dört gün önce dünyaya çocuk getirirken Zinaida’nın öldüğünü söyler. İçi burkulur Vladimir’in. Ah Zinaida, der, görmek elimdeyken göremedim, bundan böylede göremeyeceğim.

İvan Turgenyev’i ve İlk aşk isimli kitabini okuyun…