Lise eylemleri deyince ilk akla gelenlerden biridir 1980 Nisan ayında Turluçayır Lisesinde yaşananlar. Koridordan “Tüm sınıflar dışarı, okulda eylem var” sesleri yükseldiğinde Tuzluçayır Lisesi Ortaokul 1. sınıf öğrencisiydim. Yaklaşan 1 Mayıs'tan dolayı okulda bir hareketlilik vardı. Üstelik Denizlerin idam edilişinin yıl dönümü yaklaşıyor ve Maraş katliamı da belleklerimize iyice kazınmıştı.


            Sınıfımız okulun en üst katında ve ön cepheye bakıyordu. Eylem anında Milli Güvenlik dersimiz vardı ve öğretmenimiz üniformalıydı. Liseli ağabeylerimiz üst katta bulunan sınıflarda ki bütün sıraları merdiven koridorundan aşağı atarak askerin yukarıya çıkmasını engellemişlerdi. O günlerde Sıkıyönetim ilan edilmişti ve hemen tüm eylemlere asker müdahale ediyordu.


            Okulun en üst katı slogan sesleriyle inliyordu. O sıralar bizi en çok Maraş olayları etkilemişti. Televizyondan ve gazetelerden gördüklerimiz gözlerimizin önünden gitmiyordu. En çok "Tek Yol Devrim, Maraş’ın hesabı sorulacak ve Kahrolsun Faşizm" sloganları atılıyordu. O günlerin en çok atılan sloganlarından biri de "Alevi Sünni dost olsun faşistler kahrolsun" sloganıydı.


            Daha sonra ağabeylerimiz küçük olduğumuz için bizi sınıflarımıza göndermişti. Okulu askerin ve polisin çevirdiğini bir süre sonra dışarıdan gelen silah seslerinden anlamıştık. Okul kuşatılmıştı ve askerler tarafından taranıyordu. Bir ara camdan dışarı baktığımda şu anda inşaatı devam eden Cami-Cemevi inşaatının hemen 30 metre yanında bulunana Caminin minaresinden ateş edildiğini görmüştüm. Milli Güvenlik öğretmenimiz üniformalıydı ve asker şapkasını eline almış camdan dışarı sallıyordu. Belli ki "Ben buradayım bu tarafa doğru ateş etmeyin" demek istiyordu. Lakin kimsenin umurunda değildi. Camlar kırılmış, kırık cam parçacıkları üzerimize yağıyordu. Duvarlar delik deşik olmuştu. 

            Yüzükoyun uzanmıştık yere. Kurşunlar birkaç metre yukardan, kafamızın üzerinden geçiyordu. Daha ilk günden itibaren aynı sırayı paylaştığım Hatice’yle yan yanaydık. Etrafımızda ağlayan ve dua eden arkadaşlarımız da vardı. Dua biliyor musun dedi Hatice, hayır dedim. Bende dedi. Güldük. Cam kırıkları Hatice’nin kolunu kanatmıştı. Cebimden mendil çıkartıp sildim.

 

            Okulun ne kadar büyük bir ablukaya alındığını ve acımasızca tarandığını birkaç gün sonra duvarların ve camların delik deşik olduğunu gördükten sonra anlayacaktık. Epey bir zaman sonra askerler üst kata çıkmışlardı. Kapıyı tekme ile açtıklarında yüzükoyun yerde yatıyorduk. Askerler üzerimizde yürüyorlardı. Asker olan öğretmenimiz koşar adım oradan uzaklaşmıştı. Koridorda sağa sola kaçışmaya başladık. Hatice’yle bir birimizi kaybetmemeye çalışıyorduk.


            En altta bulunan spor salonuna indirildik. Kolumuzdan yada rast gele yerlerimizden tutarak bizi salona atıyorlardı. Alt alta üst üsteydik. Askerler üzerimizde geziniyor, dipçikle rast gele yerlerimize vuruyorlardı. Özellikle elebaşı olduğundan şüphelendikleri ağabeylerimizi tanınmayacak hale getirdiklerini görmüştük. 

            Birçok öğretmenlerimize, gözlerimizin önünde küfür edilmiş, dayak atılmıştı. Bilinçli yapıyorlardı bunları. Sözüm ona aşağılıyorlardı. Tuzluçayır Lisesinde onurlu öğretmenler vardı. Devrimci öğretmenlerdi onlar. Bizle birlikte Emniyete ait bir spor salonuna götürülmüş aç susuz bırakılmışlardı. Üstelik dışarıdan gelen yiyecekleri yememiş bize dağıtmışlardı. 

            Sıraya dizerek okul bahçe kapısından dışarı çıkardılar. Etraf kalabalıktı. Askerler ve polisler çembere almışlardı bizleri. Belli ki aynı hareketlilik dışarıda da yaşanmıştı. Muhtemelen ailelerimiz, ana- babalarımızdı kapıda bekleyenler. Menekşe Ananın ( Menekşe Erbay ) "İçerde çocuklarımız var, çocuklarımızı öldürecekler" diye bir arkadaşımızı korumaya çalışırken bir jandarma tarafından okul kapısında katledildiğini sonradan öğrenmiştik.

            Tuzluçayır Lisesinin duvarında kurşun delikleri yıllarca kaldı. Kuşlar yuva yaptı oyuklara. 12 Eylül faşizmi öç alırcasına tadilat yaptırmadı okula. Tesadüf bu ya Hatice ile Meslek lisesinde yine beraberdik. Sadece bölümlerimiz farklıydı. Sabahları ve teneffüs aralarında buluşuyorduk. O sabah, ders saati geldiği halde okul müdürü ısrarla sınıfları içeri aldırmamıştı. Tüm okulun eksiksiz bir şekilde bahçede toplanmasını istemişti. Hatice’yi o sabah görmemiştim. Zira elimde ona okuması için vermek istediğim yaklaşık 70 sayfalık bir kitap vardı. Beden Eğitimi öğretmenimiz mikrofonun karşısına geçmişti. Hayatımda duyacağım en kötü haberlerden birini henüz lise birinci sınıfa giderken Beden Eğitimi Öğretmenimizden duymuştum. Öğretmenimiz Hetice’nin evinde ölü olarak bulunduğunu söylemişti. Babası o çocukken ölmüştü Hatice’nin. Annesi ve kardeşi ile birlikte yaşıyordu. Kimi silahla oynarken kendini vurdu dedi. Kimi Hatice’yi polisin vurduğunu söyledi. Bir var ki Hatice 12 Eylül faşizminin o karanlık günlerinde beyaz bir güvercin gibi uçup gitti. Hatice’ye vereceğim küçük kitap ise Dostoyevski’nin Beyaz Geceler isimli kitabıydı.

 

            Beklemek dünyanın en kasvetli işidir. Birini beklersin her biri bir yerden gelir o biri gelmez. Gelmez ama beklerken sen dünyanın hayalini kurarsın. Ve kendini yalnız hissedersin. Daha kitabın başında kahramanımız bu duyguyu “Herkes beni terk ediyormuş, herkes benden kaçıyormuş gibi geliyor” diye anlatır. Zira öyle bir içine işlemiştir ki yalnızlık koskoca Petersburg onun tanıdığıdır lakin onların hiç birisi o’nu tanımaz. O kendince bir dünya kurmuştur kafasında. Kahramanımız bunu “Onların sevinci benim sevincim, onların üzüntüsü benim üzüntümdür” diye açıklar. Öyle ki caddeleri, sokakları ve hatta evleri bile tanıdık listesine eklemiştir. Evlerle konuşur kimi zaman. Kimine “Merhaba nasılsınız” diye sorar ve bina “Eh, ben çok iyiyim, mayısta üzerime bir kat daha çıkacaklar” diye cevap verir!

 

            Bu durum o gece, yani rıhtımın korkuluklarına yaslanmış bir genç kızı görene kadar sürmüştür. Hıçkırıklıklarla ağlayan genç kızı gördüğünde adam heyecanlanmıştır. İçine düşmüş olduğu durumu “Tuzağa düşmüş bir kuşun yüreği gibi çarpıyordu yüreğim” diye açıklar. Nasıl olurda kadınla tanışayım diye düşünürken yaşlı ve sarhoş bir adam kızı rahatsız eder. Adam bu durumu fırsat bilir ve kızı sarhoş adamdan kurtarır. Ve böylece tanışırlar. Nastenka’dır kızın adı. Bir süre sonra genç kız genç adamdan, genç adamda kızdan hoşlanmıştır. Genç adam kızın neden ağladığını merak eder. Nastenka’da onu daha yakından tanımak ister ve oturup konuşmak için ertesi gün tekrar buluşmak üzere sözleşirler. Ertesi gün buluştuklarında kızın genç adamdan bir tek isteği vardır ve o da adamın kıza aşık olmamasıdır. Genç adam bunu kabul eder ve Nastenka’ya yalnızlığını ve yalnızken nasıl hayaller kurduğunu anlatır.

 

            Genç kız kahramanımızın hikâyesini dinler ve çok etkilenir. Aslında o da pek farksız değildir. Küçük yaşta anne ve babasını kaybeden Nastenka ninesiyle birlikte kalmaktadır. Kızın ninesi bir gün oturdukları evin tavan arasını bir adama kiraya verir. Bir süre sonra Nastenka adama âşık olur. Aslında adamda kızı sevmiştir lakin günün birinde acilen Moskova’ya gitmesi gerektiğini söyler. Nastenka onu da yanında götürmesi için adama yalvarır. Kiracı o an için götüremeyeceğini ama tam 1 yıl sonra tekrar döneceğini ve eğer evlenirse de ondan başkasıyla evlenmeyeceğini söyler.

 

            Kahramanımız ile Nastenka’nın karşılaşması tamda 1’inci yılın dolmasına rastlar. Lakin kiracı gelmemiştir. Nastenka genç adamdan kendisine yardımcı olmasını ister. Mektup yazmaya karar verirler. Mektubu kiracıya genç adam götürecektir. Mektup kızın söylediği adrese teslim edilmiştir lakin iki gün boyunca kiracıdan bir haber gelmemiştir. Bu arada genç adamla kız arasında bir yakınlaşma başlamıştır. Daha önce aşık olmayacağına söz veren genç adam kıza sözünde duramadığını, zira ona aşık olduğunu söyler. Kız kiracıdan umudu kesmiştir. Zira onu yüz üstü bırakmış ve söz verdiği halde gelmemiştir. O da genç adama onu çok sevdiğini söyler. Artık sokakta el eledirler. Öyle ki birlikte hayal kurmaya, evliliklerini nasıl sürdüreceklerini konuşmaya başlarlar.

 

            Dördüncü gecenin sonunda yine Petersburg sokaklarında yürürken kiracıyla karşılaşırlar. Kiracı Nastenka için gelmiştir. Nastenka’nın kalbi hızla atmaya başlar. Titrer ve nefes alış verişleri hızla atar. Bundan sonrasını kitaptan okuyun derim fakat kitabın sonunda genç adamın Nastenka’ya kurduğu şu cümleler size az çok bir ipucu verecektir: Sana kin bağlamak mı Nastenka! Lekesiz, pırıl pırıl mutluluğuna gölge düşürmek mi? Acı sitemlerle seni üzüp gizli azaplar vererek, en mutlu anlarında içinin acıyla çarpmasını ister miyim? Yapayalnız yaşayan, sana karşı şükranla çarpan bir yüreğe tattırdığın mutluluk anından dolayı seni hep iyilikle hatırlayacağım.

 

Dostoyevski’yi ve Beyaz Geceler isimli kitabını okuyun…