Cezaevlerindeki açlık grevleri Türkiye’yi KCK’nın planladığı bir kaosa doğru sürüklüyor. KCK da bütün planlarını ölüm stratejisine göre kurmuş durumda. PKK/BDP çevrelerinde konuşulan senaryo şu: “Geçen seferlerde denediğimiz Devrimci Halk savaşı ve Serhildan girişiminde başarısız olundu ama bu sefer bu iş öyle olmayacak. Cezaevlerinden ölüm haberleri gelecek. Bunu kimse engelleyemeyecek. Türk medyası ne kadar saklarsa saklasın Avrupa bu işin peşini bırakmayacak. Avrupa sayesinde büyük baskılar yaratacağız. Bu sefer sokakları hareketlendirip sonuç alacağız.”
Kötü olan şu: devletin bu stratejiye karşı bir planı yok. Dahası devletin bazı etkili kurumlarının içindeki bazı yapıların bu planın yanında mı karşısında mı olduğundan da emin değilim doğrusu…
Bu stratejiye karşı çözüm diye sunulan “İmralı’yla görüşün sorunu çözün” şeklinde özetlenecekmüzakereci plan ise gerçeklerden uzak; yanlış adreste umut aramaktan başka bir şey değil.
Bu plan çerçevesinde Ankara’daki “Müzakereci”nin liderliğinde bir grup tüm umutlarını İmralı’ya bağlayıp İmralı’ya çıkarma yaptılar. Daha sonra 21 eylülde Öcalan’ın kardeşini adaya gönderdiler. Ama aldıkları cevap karşısında Yeni Mahalle’deki hesap İmralı’ya uymadı.
Buna rağmen bazı müzakereciler halen ölümleri Öcalan’ın durduracağını varsayarak, “Avukatlar İmralı’ya” diye adaya koster kaldırmaya kalkıyorlar. Böylesi temelsiz isteklerle insanları yanlış yönlendiriyor boş umutlar yaratıyorlar.
Barış ha geldi ha gelecek argümanlarını 2010’da da pompalıyorlardı. Bir gerçeklikten ziyade bir inancı anlatan bu argümanlara karşı çıkanları ise savaş lobiciliği yapmakla suçluyorlardı. Dün yanıldılar bugün de yanılıyorlar. Çünkü gidiş yolları, güvendikleri aktörler ve temel argümanları yanlış.
Barış umudunu anlatmak ne kadar güzel bir şeyse, gerçekçi temelleri olmayan barış argümanlarını dolaşıma sokup insanları beklentiyle sokmak da o kadar kötüdür. Zira bu tip argümanlarla yükseltilen her barış dalgasından sonra gelen savaş, insanların “bir gün barış gelir” umudunu da tüketiyor.
Barışa yapılacak en büyük kötülük sanırım insanları olmayacak barışa ikna etmektir. Daha kötüsü de yanlış aktör üzerinden barış arayışları yapmak sanırım.
Son ölüm oruçları krizinde benzer bir yanlış görüyoruz. Müzakereciler Öcalan üzerinde ittifak etmişler onu barışın tek umudu olarak sunuyorlar. Öcalan’a yükledikleri abartılı roller nedeniyle bu kriz konusunda da Öcalan’ın sorun çözücü tek adres olduğunu düşünüyorlar.
Bir an olsun Öcalan’ın bu krizin arkasındaki aktör olduğunu akıllarının ucundan bile geçirmiyorlar. Bu nedenle de örneğin Taraf son üç gündür İmralı’ya ziyareti kimin engellediğini bulmaya çalışıyor.
Oysa İmralı’ya ziyareti devlet engellemiyor. Ziyareti istemeyen bizzat Abdullah Öcalan’ın kendisi. Zira Öcalan’ın bir oyun planı var ve her şey onun istediği istikamette ilerliyor.
Geçen hafta yazdığım ancak Taraf’ta yeterince ilgi görmediği için devam etmediğim İmralı Raporu’nun ayrıntılarında İmralı ziyaretine ilişkin önemli ipuçları var.
İmralı Raporu’na göre 21 Eylül 2012’de bizzat Öcalan, kardeşi ile görüşmesinin kamuoyundan saklanmasını istiyor. Eğer açıklama yapmak zorunda kalırsan “İmralı’da durum feci” dersin diyor. Dolayısıyla İmralı’dan ölüm oruçlarına çözüm bekleyenler boşuna bekliyor.
Buyurun İmralı Raporu’ndan birlikte okuyalım:
Bu rapora göre Öcalan “görüşmeye gelen kardeşi Mehmet Öcalan’ın kullanıldığını, ilkeli olması gerektiğini, bu görüşmenin sonucunu sorgulaması ve karşı taraftan birtakım sözler alması icap ettiğini, kendisini Mesut Barzani’ye satan Osman Öcalan gibi davranmamasını” istiyor.
Yani bizzat Abdullah Öcalan kardeşine, birtakım sözler almadan buraya gelme kendini kullandırma diyor. Yoksa Osman Öcalan gibi ihanetçi duruma düşersin diye uyarıyor.
Rapora yansıyan ifadelere göre Öcalan kardeşine “dışarıda ortamın çok kötü olduğunu, çözümsüzlük hâlinin devamlılaştırılmak istendiğini, kendisinin durumunun dışarıda tahrik malzemesi yapılması nedeniyle görüşmelere çıkmak istemediğini, cezaevi yönetimin ricası üzerine bu görüşmeyi yaptığını ve görüşmenin kesinlikle gizli kalmasını istediğini” ifade ediyor.
Görüşmenin bir yerinde, “görüşmenin BDP’ye, basına veya dışarıdaki başka bir yere kesinlikle yansımamasını, zira dışarıda oynanan bazı oyunlara bu tip görüşmelerin alet edilmesini istemediğini” ifade ediyor.
Kardeşinin dışarı çıkınca “kendisiyle görüşmediğini belirtmesini istediğini, yansıtsa bile ‘durumun feci olduğunu’ iletmesi gerektiğini” söylüyor.
Şu ifadeler de Öcalan’ın kardeşine tavsiyesi: “Bu pis oyuna ben karışmak istemiyorum diye yetkililere söyle. Zira sen siyasetten fazla anlamazsın. Ancak aracı olmana da fazla karşı değilim. Sen dışarı çıkınca ‘APO çok güzel’ şeklinde beyanat verdirerek halkın direncini kırmayı planlıyorlar.”
Nitekim gerçekten de Mehmet Öcalan, İmralı ziyaretinden sonra, ziyareti gizli tutuyor. Ziyaret yapıldığını, görüşmeden birkaç gün sonra PKK tarafı değil bizzat hükümet tarafı Başbakan’ın ağzından açıklıyor. Açıklamayı Başbakan yapınca Mehmet Öcalan da çıkıp “İmralı’da durum feci” diyemiyor. Zira eğer öyleyse neden ziyaretin yapıldığı gün açıklamadın sorusuna bir cevap bulamıyorlar.
İlk görüşmeye zaten cezaevi müdürünün ricasıyla çıkan Öcalan bütün bu olanlardan sonra yeni görüşmeye çıkar mı? “Seni kullanıyorlar, kendini kullandırma, birtakım sözler alman lazım, dışarı çıkınca İmralı’da durum feci de” dediği hâlde bunları yapamamış kardeşi İmralı’ya tekrar gidip Abdullah Öcalan’ı ziyaret edebilir mi?
PKK/KCK’nın amacı net. Cezaevleri üzerinden bir kargaşa yaratıp geçen yıl başaramadıkları Kürt Baharı girişimini yeniden denemek. Bu amaçtan barış çıkmaz.
Boş umutlar yaratıp insanları oyalamak, yanlış adreste barış arayıp insanların umutlarını tekrar tekrar öldürmek yerine gerçekçi olalım. Öcalan veya PKK’dan medet umacağımıza, hükümeti Kürtlerin haklarını PKK’ya rehin etme diye özendirerek en azından Kürt sorununun çözümüne gerçekçi katkılar yapalım.