Türkiye’de Cumhuriyet ve Türk düşmanı İki hareket birbirini beslemiş  ve zaman,zaman İttifak yapmışlardır. Bu iki hareket İslamcılık ve Kürtçülüktür.

   Kürtçülük,  önceleri  daha çok enternasyonalizmi savunan  Marksist sol örgütlerin içinde yeşerse de..İslamcı hareketin içinde  büyük  mevzi kazanmış  ve  köşe başlarını tutmuştur.

   İslamcıların  ve Marksist solun içindeki en azılı Türk  düşmanları  Kürtçülerdir.Kürtçüler davalarını savunmak için İslam’ın en yüce değerlerini kullanmış,bunu  İslam adına yaptıklarını söylemişlerdir.
 
   Türkiye’de  Kürt isyanları genellikle Osmanlı'nın son dönemlerinde çıkmıştır. Osmanlı'nın zayıflamasıyla birlikte özellikle Rusya'nın kışkırtmasıyla birlikte isyan denemeleri olmuştur. Ancak bunlar başarılı olmamıştır. Osmanlı  imparatorluğu  1. Dünya savaşından yenik çıkmasıyla gelişen işgaller sonucu Kürt meselesi doğrudan uluslararası müdahaleye açık bir hale gelmiştir. Bu süreçte Kürt devleti kurma meselesi, isyanlardan öte, masa başında gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
 
  Türk Ulusunun topyekun Ulusal Kurtuluş savaşını  vermesi yıllarında emperyalistlerin,Kurtuluş şavaşını baltalamak için devreye soktukları  Truva atları Kürtçülerdir. Bu dönemde Mustafa  Kemal önderliğindeki Türk ulusal kurtuluş savaşına karşı sayısız isyanlar çıkartmıştır. Kürtler   bu isyanların en göze batanları Koçgiri….vb isyanlardır.
 
   Ulusal Kurtuluş  savaşının kazanılmasından sonra Kürtçü ve İslamcı Hareketin birbiriyle eklemlendiğine  şahit oluruz. Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasıyla birlikte, Sevr'in dayattığı Kürt devletinin yanı sıra, bu anlaşmayı imzalayan İstanbul Hükümeti de ortadan kaldırılmıştır. Bunun yanında Hilafetin ve Saltanatın kaldırılması bir rejim değişikliğini de beraberinde getirmiştir. Hilafetçi güçlerin tasfiyesi Kürt hareketinde değişikliğe yol açacaktır. Daha önce Koçgiri İsyanı'nda özerklik istemiyle kendini sınırlandıran Kürtler bu kez bir Kürt-İslam devleti kurmak için isyana kalkışacaklardır.
 
    Kürtler ,Halifelik varken  Halifeliği rahatsız eden Milli Mücadelecilere karşı savaşmayı ve programlarını Kürt özerkliği ile sınırlandırmayı yeterli görmüşlerdir. Nasıl olsa İstanbul Hükümeti bu özerkliği tanımıştır ve Sevr'e göre bu durum devletleşmeye kadar gidecektir. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasıyla birlikte hem Halifeliğin kaldırılması, hem de Kürt devleti projesinin ortadan kalkması yeni bir süreci doğurmuştur. Daha önce aynı programı uygulamak için birbirleriyle ittifak eden Kürtçü ve Şeriatçı güçler bu kez ideolojide de bir araya gelerek birbirlerine eklemlenmişlerdir. Aynı siyasal iktidarı korumak için ittifak yapanlar bu sefer aynı düzeni yeniden kurmak için bir araya gelmişlerdir. Aynı toplumsal yapıya dayanmak ve aynı projede rol oynamak bu hareketlerin birleşmelerini sağlamıştır.
 
   Ulusal Kurtuluş savaşı sonunda Şeriatçıların ezilmesi  sonra Türkiye cumhuriyetini yıkma görevini  Kürtçüler devam ettirmişlerdir. Bunun ileriki süreçte yansıması ise Şeriatçıların, Kürtçülüğü programlarının ana öğesi olarak sürekli savunmaları göstermiştir. Sosyolojik  olarak olaya bakarsak Aşiretlere dayalı örgütlenmenin temel olduğu toplumsal bir yapıda aidiyetin etnisiteye veya mezhebe dayalı olarak ifade edilmesi gayet doğaldır.Ve etnik ve mezhepsel kimlikler ulus öncesi döneme ait geçerliliği  olmayan düşüncelerdir. Osmanlı Devleti'nin yapı itibarıyla merkezi olsa da, yerel anlamda kültürel özerklikleri geniş bir biçimde tanımıştır. Bu anlamda imparatorluk etnik ya da dinsel kimliklerin eritilmediği, hatta rahat bir biçimde ifade edildiği kozmopolit bir yapıdadır. Farklı gruplar Osmanlılık kimliği etrafında bir araya getirilmeye çalışılmıştır. İmparatorluğun çoğunun Müslümanlardan oluştuğu dikkate alındığında dinsel kimlik daha da ön plana çıkmıştır.
 
    Osmanlı Devleti'nin yapısı idari olarak merkezi olsa da, yerel anlamda kültürel özerklikleri geniş bir biçimde tanımıştır. Bu anlamda imparatorluk etnik ya da dinsel kimliklerin eritilmediği, hatta rahat bir biçimde ifade edildiği kozmopolit bir yapıdadır. Farklı gruplar Osmanlılık kimliği etrafında bir araya getirilmeye çalışılmıştır. İmparatorluğun çoğunun Müslümanlardan oluştuğu dikkate alındığında dinsel kimlik daha da ön plana çıkmıştır.
 
   Kürtlerin  Osmanlı  imparatorluğu içindeki  konumu farklı bir yapıdadır. Osmanlı'nın dinsel yapısı Kürtlerin özerkliğine zarar vermemektedir. Bu yüzden Kürtler, bağımsız devlet istemekle birlikte İstanbul Hükümeti'ni desteklemiş, Milli Mücadelecilere karşı doğrudan savaşmışlardır. Hatta daha sonra İslam devletini Kürtlük temelinde yeniden kurmak için Şeyh Sait önderliğinde mücadeleye de girmişlerdir. Türklerin Osmanlı'yı diriltmeyerek Türklüğe dayalı bir Cumhuriyet kurmalarına karşın Kürtler doğrudan Osmanlı'nın olmasa bile İslama dayalı yapılanmanın temsilcisi konumuna gelmişlerdir.
 
   Cumhuriyet döneminden itibaren Şeriatçılarla Kürtçüler tekrar bir araya gelmişlerdir. Cumhuriyet dönemiyle Türk kesim genel olarak dinsel kimliğini geriye atıp laik, milliyetçi yönelime girerken, Şeriatçıların temel gücü Kürtler olmuştur. Kürt kimliğinin yeni devlette yaşayamayacağını gören Kürtler de, kimliklerini koruyabilecekleri bir İslam devleti için mücadeleye girişmişlerdir.
 
   Şeriatçıların  aşırı Türk düşmanlığı da onları Kürtçü yapmaktadır. Ulusal kimlik olan Türklük dinsel kimliğe yer vermemektedir. Bunun örneklerinden birisi Abdülhamit zamanının uygulamalarıdır. Bu dönemde Türk milliyetçiliğinin örgütlenmesine özellikle engel olunmuştur. Ancak bununla birlikte doğudaki Kürt aşiretleri Ermenilerin isyan etme ihtimaline karşı Hamidiye Alayları adı altında toplanmıştır. Türk milliyetçilerinin örgütlenmesi ileriki süreçte imparatorluğu savunmasız bırakacaktır. Kürtler ise bir araya getirilmelerini daha sonra isyanlar çıkartmak için değerlendirecektir.
 
   Milli mücadele yıllarında  ilk olarak Şeriatçıların, daha sonraki dönemde de Kürtlerin isyanları bastırılmıştır. 1950'lerden itibaren bu hareketler yeniden toparlanmaya başlayacaktır. Ancak açıktan Kürtçülük ve Şeriatçılık yapmayacaklardır. Dünyadaki gelişmeler bu dönemde gerici hareketi farklı bir görünümde ortaya çıkartacaktır. Milli Mücadele dönemindeki açıktan Kürt ve Ermeni devletlerini savunan Kafkas Seddi politikasının yerini, "Demokrasi Cephesi" kurma şeklinde yeni bir emperyalist politika almıştır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra parlamenter demokrasi ve serbest piyasa düzeni pek çok ülke gibi Türkiye'ye de dayatılmıştır. Emperyalistler politikalarını daha çok sivil uzantılarla gerçekleştirmeye çalışmışlardır.
 
   Türkiye’de  Kürtçülük Demokrat  partinin kurulmasıyla,bu parti'de  hayli zemin buldu Liberal bir programa sahip olan hareket zamanla Şeriatçı ve Kürtçü yönünü gösterecektir. DP bir yandan "Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz" gibi söylemlerle gericiliği güçlendirirken, bir yandan da Kürt aşiretlerinin temsilcilerini milletvekili olarak Meclis'e sokmuştur.
 
    DP ile temsil edilen gericiliğin Kürtçü yönünün bir başka örneği, Said-i Nursi ile girdiği ilişkidir. Menderes'in Cumhuriyet yönetimi tarafından sürgüne gönderilen Said-i Nursi'yi ziyarete gittiği ve eteğini öptüğü iddiaları  vardır. Nur cemaatinin kurucusu olan Said-i Nursi, ilk olarak Said-i Kürdi ismi ile ortaya çıkmıştır. Kürtçülüğün üzerine gidilmesinden sonra adını değiştirmiştir. Said-i Nursi aynı zamanda işgal yıllarında kurulan ve Şeyh Sait Ayaklanması'nı doğrudan destekleyen Kürt Teali Cemiyeti'nin kurucu üyesidir. Sağ hareketler (liberal, muhafazakâr ya da doğrudan İslamcı) hangi görüntüyle çıkarlarsa çıksınlar sonuçta Kürtçülüğe doğru gitmektedirler. Sağın savunduğu program ne olursa olsun dayandığı toplumsal zemin, Osmanlı'dan kalma aşiretler ve tarikatlardır.
 
    Kürtçülük bu zeminde kendisine yalnızca hareket alanı bulmamaktadır. Ayrıca bu zeminin bir unsurudur. DP'nin Kürtçülüğünün benzerini daha önce Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da yapmıştır. Şeyh Sait İsyanı çıktığında Fethi Okyar'ın başkanlığında hükümette bulunan TCF isyanı önemsememiştir. Bunun üzerine Atatürk'ün müdahalesiyle İnönü Hükümeti kurulmuş, Takrir-i Sükûn gibi radikal uygulamalarla isyan bastırılmıştır.
 
     Türkiye'de merkez sağ siyaset adına ortaya çıkan tüm akımlarda benzer durumu görmekteyiz. Hürriyet ve İtilaf hareketi de benzer şekilde Kürtçü politikalar gütmüştür. Hatta Damat Ferit Hükümeti bizzat Kürt özerkliğini tanımıştır. Bu sağ çizgi TCF, DP gibi farklı isimlerde ortaya çıksa da, Kürtçülükten taviz vermemiştir. Nitekim Menderes'in devamcısı olan Demirel "Kürt realitesi"ni tanımıştır. Ancak Kürtçülüğün esas güçleneceği süreç 12 Eylül darbesinden sonra başlayacaktır.
        12 Eylül Sonrası Kürt-İslamcı Yükselişe geçti
 
   12 Eylül 1980 darbesine kadar toplumda milliyetçi-ulusalcı güçler tam olarak çözülmemiştir. Türk toplumunun Atatürkçü birikimi gerici hareketi belli sınırlar içinde durdurmaktadır. Bu durum 12 Eylül'den itibaren değişecektir. Askeri darbe, rejimi koruyacak Atatürkçü birikimi yok etmeyi amaçlamış ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuştur. İlerleyen süreçte Kürtçü ve Şeriatçı hareket büyük bir ivme kazanacaktır.
 
   Bu, aynı zamanda dünyadaki gelişmelerin de bir sonucudur. ABD, Sovyetler Birliği'ni kuşatma projesi geliştirmiştir. Sovyetler Birliği'nin çevresinde çoğu Türk cumhuriyetlerinden oluşan İslamcı rejimler kurulmaya çalışılmıştır. ''Yeşil Kuşak'' adı verilen bu proje, Türk-İslamcılık olarak ülkemize yansımıştır. Emperyalist politikanın bu şekilde değişimi, Türkiye'deki gerici hareketin liberal görüntüsünün yanında daha çok İslami motiflerle gelişmesine sebep olacaktır.
 
    Gerici yükseliş sadece askeri yollar kullanılarak yapılmayacaktır. Daha sonraki süreçte iktidara gelen Özal siyasi yolları kullanarak gericiliğin önünü açacaktır. 12 Eylülcüler ideolojik yönelim olarak kendilerini Türk-İslamcı olarak lanse etseler de, bu dönemde esas gelişen Kürtçülük olacaktır. Hatta Kürtçü hareket ilk zamanlarına dönerek kendi merkezini kuracaktır. Daha önce sağcı ve Şeriatçı akımlarda gizlenen Kürtçülük PKK'yı kurarak hareket alanını genişletecektir. Ancak Kürtçülüğün güçlenmesi genel olarak İslamcı politikalarla gerçekleştirilecektir. Bu dönemde devlete egemen olmaya başlayan ideoloji İslamcılık olacaktır. Bu hem faşist rejimin başı olan Evren'de, hem de hükümette bulunan Özal'da kendini gösterecektir.
 
    Özallı yıllar  Kürtçülüğün ivme  kazandığı yıllardır Nakşibendî tarikatından yetişme olan Özal İslamcılığının yanında Kürtçü fikirleri olan birisidir. İlk eylemlerini yapmaya başlayan PKK'yı üç beş çapulcu deyip önemsemeyerek bölücülükle mücadele etmemiştir. PKK Güneydoğu merkezli bir şekilde ülke çapında örgütlenmeye başlamıştır. Özellikle bu bölgedeki Türk solcularını ortadan kaldırmıştır. Bu bizzat 12 Eylülcülerin korumasında gerçekleşmiştir. Bu dönemde ayrıca Türkiye genelinde nüfus planlaması uygulanmıştır. Genel olarak Türk nüfusun artışı engellenmiştir. Ancak bu politika Güneydoğu bölgesinde uygulanmamıştır. Aksine Kürt nüfus son derece hızlı bir şekilde artmıştır. Bölücülükle fiili mücadelenin engellenmesinin yanında Kürtçü fikirler bizzat iktidar tarafından savunulmuştur.
 
    Bunlardan en önemlisi federasyon tartışmalarıdır. Bu dönemde gerçekleşen I. Körfez Savaşı'yla bölgede Kürt devletinin adımları atılmıştır. Bizzat Özal tarafından Amerikan işgalinin desteklenmesi savunulmuştur. Özal'ın planı, Irak'ın kuzeyinden kopacak Kürtlerin Türkiye'ye federatif bir şekilde bağlanmasıdır. Böylelikle Türkiye'nin devlet yapısı üniter ulus devletin dışında, Türk-Kürt federasyonu şeklinde değişecektir. Ancak bu proje uygulanamamıştır.
 
 12 Eylül'ün darbesinin  mimarı Evren ise yıllar sonra eyalet sistemini savunarak Kürtçülük yapacaktır. Türkiye'yi sekiz eyalete bölecek çalışmanın kendi döneminde hazırlandığını, ancak koşullar uygun olmadığı için uygulanamadığını söylemiştir. Evren bununla birlikte seçim barajının % 7'ye düşürülerek DTP'nin Meclis'e girmesi gerektiğini de savunmuştur. Ancak yine de esas Kürtçülük, bu dönemde güçlenen Şeriatçılar tarafından yapılacaktır. Şerıatçıların Kürtçülüğüne tipik bir örnek Erbakandır. Bu dönemde güçlenecek bir diğer İslamcı isim de Erbakan'dır. Daha önce bir kere koalisyonla iktidara ortak olabilen Erbakan, bu dönemde Milli Selamet Partisi adıyla çalışmalarına başlayacak ve Güneydoğu başta olmak Türkiye genelinde güçlenmeye çalışacaktır.
 
   Erbakan, Şeriatçıların tipik bir örneğini oluşturmaktadır. İslamcı fikir yapısı doğal olarak milliyetçiliği dışlamaktadır. Ancak durum sadece milliyetçi olmamayla sınırlı değildir, Türklüğe açıktan bir karşı çıkış söz konusudur. Erbakan bunu, "Sen 'Ne mutlu Türk'üm diyene' dersen, öteki de çıkar 'Ne mutlu Kürdüm' der" sözüyle ifade etmiştir. Türklük onların gözünde İslam kardeşliğini parçalayan bir yapıdır ve Türk gibi milli bir kimliğinin egemen olduğu toplumda dinsel kimliğe yaşama alanı kalmayacaktır.
 
  Erbakan bu konuda benzer şekilde, "Elbette Kürt kardeşlerimizin tabii hakları var. Kendi dilleriyle konuşmaları, medyayı kullanmaları, eğitim yapmaları onların tabii haklarıdır ve zaten tarih boyunca bu haklarını kullanmışlardır. Ancak son 70 yılda izlenen milliyetçi, materyalist ve ırkçı politikalar problem yaratmış ve problemi ağırlaştırmıştır" diyerek Cumhuriyet döneminin Türklüğe dayalı politikalarını reddetmektedir.
 
   Bütün Şeriatçılarda azıllı bir Türk düşmanlığı görülmektedir. Türklüğe sadece milli kimliğimiz olduğu için değil, Osmanlı'yı yıkan bir kimlik olarak görüldüğü için de düşmanlık gösterilmektedir. Ancak aynı tavır doğal olarak Kürt kimliğine karşı gösterilmemektedir. Kürtlük ya da farklı etnisiteler, Türklüğü yani milli kimliği parçalamaktadır. Ayrıca etnik kimliklerin artması, toplumda birleştirici öğe olarak dinsel kimliği ön plana çıkarmaktadır. Bu tavır Şeriatçıların tüm dönemlerinde görülmüştür.
    Türkiye’de Şeriatçı - Kürtçülük çizgisi,1970'lerde Necip Fazıl Kısakürek'ten etkilenmişlerdir. Necip Fazıl'ın çıkarttığı Büyük Doğu dergisi Yeşil Kuşak projesine uygun sol ve milliyetçilik düşmanı fikirleri yaymaktadır. Bu dergiden etkilenerek ismini buradan alan İslami Büyük Doğu Akıcılar Cephesi (İBDA/C) hareketi de benzer şekilde Türk düşmanı fikirler geliştirmiştir. Yayınlarında PKK'lı teröristlere gerilla diye hitap ederek onları selamlamış, ölen her Türk askeri için baklava ziyafeti çektiklerini dergilerinde açıktan yazmışlardır.
 
    AKP ve Erdoğan çizgisi ise "Türkiye'de Kürt kimliğinin tanınması ve Kürt kültürünün geliştirilmesi için engelleyici tüm yasaların kaldırılması gerektiğini, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Kürtçenin öğrenilmesi ve öğretilmesi için yasal imkânların hazırlanması gerektiğini, bütün bu hakların Türkiye'de yaşayan diğer halklara da -Laz, Çerkez, Gürcü, Arap vs.- tanınması gerektiğini, bu çerçevede Türkiye'nin kültürel bir çoğulculuğa sahip olması gerektiğini savunmak.. Türkiye'de dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim-öğretim yapabilmesini savunmak, kitle iletişim araçlarından yararlanmasını savunur.
 
AKP, çizgisine en  büyük destek  PKK lideri Apodan gelir. Apo:  Erdoğanın Türk, Kürt, Laz, Çerkez aklınıza ne gelirse... Hepsi... Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliği altında bir ve beraber olacağız. Alt kimliklere saygı duyacağız. Ancak hepimizin bir üst kimliği var. Nedir o? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız" sözleri  için benim fikirlerimin Başbakan tarafından  kabul edilmesi  çok güzel demiştir.
 
  Kürtçüler ve  Sözde İslamcılar Artık  Türkiye cumhuriyetini Kürt-İslam devleti şekline doğru dönüştürmek  Ve Türk kimliğini Türkiye’den silmek  için Ortak hareket ederlerken  Türk  milliyetçileri,ulusalcılar,Kemalistler, Türkiye ve Türk kimliğini savunmak için neden aynı cephede  buluşamıyorlar..?