'Tahammülsüzlük' öylesine zirve yaptı ki, hakaret, küfür ve hatta tehdit boyutuna vardırıldı. Kimseye "ayranın ekşi' diyemiyorsun.

Dediğin anda klavye başındaki silahşörler hemen harekete geçiyor.

Siyasetçisinden tutun da gazetecisine kadar.

Hatta ve hatta kendi çevrendekiler dahi bir paylaşımından dolayı sana hakaret edebiliyor.

Şimdi envai türlü hakaret ve hatta kimi zaman küfre maruz kaldığım bir mevzuyu siz okurlarımla paylaşayım.

Son bir kaç gündür, Nisan ayında yapılacak olan refarandum ile ilgili sosyal medya hesaplarımda bir kaç paylaşım yaptım.

Bu paylaşımlar sonrasında 'Naif Yaşar 'EVETÇİ' oldu. Halkı 'EVET'e özendiriyor' denilmeye başlandı.

Bununla ilgili hakaret edenler oldu.

Küfredenler oldu.

Geçmişimi sorguladılar.

Geçmişime saldırdılar. 

Tüm bunlar karşısında ne alındım ne de gocundum. 

Çünkü sen düşünceni kamuoyuyla paylaşıyorsan, senin bu düşüncelerini kabul etmeyen birileri de seni eleştirme hakkına sahiptir.

Hakaret ve küfür olayını da onların terbiye ve ahlak düzeyine yorumluyorum. 

Ha....

Ben ne dedim de 'EVETÇİ olmuş' denildi.

Dedim ki "tek sermayeleri asker tabutu ve kürdün katli olan Doğu Perinçek gibileri 'HAYIR'cı olmuş"

Dedim ki "kurtuluş savaşı yıllarında ,Gelibolu, Çanakkale, Trablusgrap, Yemen cephelerinde savaşıp toprağa düşen Kürtleri sonrasında inkar eden ulusalcılar 'HAYIR'cı olmuş"

Dedim ki "başları sıkıştığında Kürt halkını emniyet kemeri gibi gören, rahata kavuşunca Kürde sırtını dönen türk solu 'HAYIR'cı "olmuş.

Birkaç şey daha dedim.

"Gezi eylemlerinde  destek verilsin diye can havliyle, Kürde seslenen 'benim yoldaşım-kardeşimsin' diyenler, Sur-Şırnak-Gever yanarken çıtı çıkmayan geziciler 'HAYIRCI' olmuş"

"Roboski katliamını yapan ergenekoncu derin devlet "HAYIR'cı olmuş"

"Tahir Elçi'ye tetik çeken el 'HAYIR'cı olmuş"

Evet... Evet...
Ne fazla ne eksik 
Aynen bunları dedim.

"Kürtlerin Miletvekilleri ve belediye başkanları tutuklanmadı" demedim

"Binlerce memur-işçi işten atılmadı, yaşla-kuru bir arada yanmadı" demedim

"Ülke güllük gülüstanlıktır" demedim.

"Gazeteci sinden STK temsilcisine kadar, devran değişince kabuk değiştirmediler" demedim.

İşte dediklerim ve demediklerim bunlar.

Hakarete ve küfre bundan dolayı maruz kaldım.

Yani klavye trolleri bundan dolayı saldırdı.

Şimdi yeniden soruyorum bu trollere.

Sizin hiç canınız yandı mı..!

Hiç tırnağınız kanadı mı..!

(Allah korusun) çocuğunuz öldü mü..!
Eviniz, köyünüz yakıldı mı..!

Böyle kalemşörlük yapacağınıza, hele bi gidin bu acıları yaşayan anaları dinleyin.

Babaların yüreğindeki ateşi söndürün.

Ama yapmazsınız.
Çünkü tuzunuz kuru.
Çünkü nemalanıyorsunuz. ..

Haaa. Söz açılmış iken, Bir de bizim kürt cennahına bir kaç soru tevcih edeyim dedim.

Umarım mazur görürler. 

Çünkü kafamda fazlasıyla tereddüt var.

Başkanlık ya da parlamenter sistem,

Kürd'ün bunda avantaj ya da dezavantajı ne?

Cumhuriyet rejimi 90 yıldır parlamenter sistemle yönetilmedi mi?

Bu sistemden kürdün faydası ne oldu?

Türkiye ha başkanlık sistemi ile yönetilmiş ha parlamenter sistemle, senin için ne farkeder?

Kaplumbağa misali senin yükün ha sırtında değil mi?

Yakın tarihe gelelim.

2009 yılından başlayarak 2015 yılına kadar siyaset sahnesinde kat be kat yükselerek büyük bir başarıyla çıkıldı.

Doğru mu?

Yapılan yalnış tercihleri görmezden gelen halk tercihini kendinden yana kullandı.

Yalan mı?

BDP-HDP ve DBP geleneğini sürdüren siyasi hareket, 70 milletvekili 100'ü aşkın belediye başkanı çıkarmadı mı?

Bu büyük bir zafer değil miydi? 

Bu başarınız karşısında rakiplerinizin ağzının suyu akmadı mı?

Bunların hangi birini inkar edebiliriz ki...

Gelelim sonrasına,

Kürtlerin artık siyasi alanda büyük bir rolleri vardı.

Bu güçlülüğü gören devlet, müzakerelere başlama kararı aldı.

Barışa dair umutlar yeşerdi.

Akan kan durdu.

Mezarlıklar sükunete ulaştı.

Sonrası..!

Sonrası da var.

bunu hazmedemeyen karanlık güçler devreye girdi.

Ergenekoncular, fetöcüler, derin devletçiler vs.vs.

Bu provaksyonlar, Kürtlerle-devlet ya da iktidar arasındaki yakınlaşmayı yok etti.

Yeniden kaos ortamına dönüldü.
                       
Sn.Öcalan'ın 2013 tarihinde, kalıcı barışa dair Diyarbakır Newroz'unda dile getirdiği tarihi açıklama boşa çıkarıldı.

O açıklamasında ne diyordu Öcalan,

"Ben beni dinleyen milyonların şahitliğinde diyorum ki artık yeni bir dönem başlıyor. Silah değil siyaset öne çıkıyor."

Peki ne oldu?

Bu provakasyonları bertaraf edecek bir konsept geliştirilemez miydi?

Bu güç ve kudret yok muydu..!

Zannımca vardı.

Ama uzlaşı ortamını yeniden inşa etmek yerine siyasal çatışma tercih edildi.

Sur, Gever, Şırnak, Cizre'nin yanmasına engel olunamadı.

O kadar insanın ölmesi engellenmedi.

Derin yapıların değirmenine su taşındı.

İşte budur ol hikaye.

İşte beni düşündürten mesele budur.

Kafamdaki bu tereddütlerle cebelleşiyorum.

Yani kürdün katline fetva verenlerin 'HAYIR' dediği bir referandumda Kürtlere de 'HAYIR' deyin denilmesi düşündürtüyor beni.

"Kürtlerin başka bir seçeneği yok mu..!" Diye kendi kendime sorular soruyorum.

'HAYIR' çıktığında, gidilip bu sorun, D. Perinçek ya da Şırnak-Dağlıca-Gever-Roboski de Kürde ferman çıkaran derin devletçiler le mi konuşulacak .!

Bunun bir açıklaması elbet olmalı.

Begensek te begenmesekte 15 yıldır iktidar olan ve %50 oy oranını elinde bulunduran bir siyasi yapıyı yok mu sayacağız..!

Siyasi alanda böylesi yüksek vizyona sahip bir hareket farklı bir perspektif geliştiremez mi..!

Sn. Öcalan "zaman hellaleşme zamanıdır"  derken neye dikkat çekmişti..!

Kürt sorunu kiminle çözülecek?

Kürdün katlini vacip gören, toparlama derin yapılarla mı yoksa kemalist geleneği sürdüren, elli yıldır yerinde sayıklayan CHP'yle mi..!

Güçlü bir irade, güçlü bir iktidar olmazsa bu sorunun çözümünde samimi ve cesur davranababilir mi?

İşte budur meramım. 

Bunu siz okurlarımla tartıştığım için suç mu işliyorum!

Birilerine mi yaranıyorum!

Allah aşkına harbi olun.

Azcık empati yapın...

Sağlık ve güzellikle kalın...