Birçoğunuz Mamaş’ı türkülerden bilirsiniz. Nede içli söylemiştir Erkan Oğur o güzelim türküyü: Kangal’dan aşağı Mamaş’ın köyü / Derindir kuyusu serindir suyu / Güzeller içinde Zeynep’in huyu / Zeynebim Zeynebim allı Zeynebim / Beş köyün içinde şanlı Zeynebim.
Oysa Mamaş benim için Kurt Veli demektir. Annemin deyimiyle ne yılandan, nede çıyandan korkan Kurt Veli! İnşaat işçisiydi dayım. Köy köy gezer, Almancıların yaptırdıkları evlerin ustalığını yapardı. Çokta iyi davar kırkardı. Yazın sıcağında sürüleri derenin kenarına indirir, tek başına davarları kırkar sonrada derenin içinde bir güzel yıkardı. Üçü kız ikisi erkek 5 çocuğu vardı dayımın. Ama Hüseyin, ilk göz ağrısı Hüseyin onun için bir başkaydı. Kendi deyimiyle o’nu Hüseyin’in başına gelebilecek kötü bir şeyden başka hiçbir güç yıkamazdı!
1979’un ortalarıydı. Mamaş’ta, Kurt Veli’nin evinde bayram havası vardı. Gururluydu Kurt Veli, onurluydu. İstanbul Okmeydanı’nda dayısının yanında okuyan Hüseyin Üniversite imtihanına girmiş ve imtihan çok iyi geçmişti. Küçüklükten beri doktor olmak istiyordu Hüseyin. Kurt Veli neredeyse köy meydanına çıkacak, avazı çıktığı kadar “Hüseynim doktor olacak, Hüseynim okuyacak” diye bağıracaktı.
Her yıl tatil zamanı köye gelen Hüseyin bir tek o yıl gelmemişti. 1979’un bir Ağustos sabahında erkenden kalktı Kurt Veli. Köyün çeşmesinde elini yüzünü yıkadı. O yıllarda telefon bir tek muhtarın evinde bulunurdu. Omzuna attığı havluyla elini yüzünü kurulamamıştı ki Muhtarın sesi kulağında çınladı. Çok acele İstanbul’a gel diyordu telefonda ki ses Hüseyin hasta.
Karaborsanın ülkeyi allak bullak ettiği günlerdi. Yağ, tüp, sigara benzin gibi şeyler hemen her yerde bulunmuyor, devletin resmi araçları ile dağıtılan en temel gıda ve ihtiyaç malzemeleri yoksul ve emekçi halkların yaşadığı semtlere bir türlü gönderilmiyordu. O gün Hüseyin’in de aralarında bulunduğu mahallenin gençleri Ok Meydanından geçmekte olan içi yağ yüklü bir kamyonu durdurmuş, günlerdir yağ sıkıntısı çekmekte olan halka bu yağları ücretsiz olarak dağıtmak istemişlerdi. Lakin kamyon şoförü diretmiş, yaşları 18–19 olan çocuklara silah çekmişti. Bir anda ortalık karışmış, yakınlarda olan karakoldan polisler olay yerine gelmiş, çıkan çatışmada 19 yaşında ki Hüseyin polisler tarafından öldürülmüştü.
Hüseyin’in dayısı, Kurt Veli’yi Haydar Paşa tren garından almış doğruca Ok Meydanında bir karakola götürmüştü. Polis Hüseyin’in cenazesini morga kaldırmış, çatışma esnasında Hüseyin’e ait olan küçük el çantasını da soyadı tutan birine vermek istemişti. Hüseyin’in çantasında dershaneye ait birkaç ders kitabı, defter, kalem, eşofman ve birde Yaşar Kemal’in “Yılanı Öldürseler” isimli kitap bulunuyordu. Kurt Veli çantayı almış, tüm gücünü toplayarak polislere saldırmıştı: Nasıl kıydınız oğluma, yiğidime nasıl kıydınız.
Hüseyin’in cenazesi büyük bir kalabalık eşliğinde Mamaş’a getirilmişti. İstanbul’dan, Ankara’dan, Kangal’ın çevre köylerinden binlerce insan köy meydanında toplanmıştı. Jandarma bu durumdan hoşlanmamış köyün etrafını çevirmişti. Lakin Kurt Veli, Hüseyin’in cenazesini köy mezarlığına değil de kendi tarlasına gömmek istiyordu. Ben, diyordu, köyde ki evimi oğlumun yanına taşıyacağım, bostanımı buraya, Hüseynimin yanına ekeceğim, köy mezarlığına gömersek bunları yapamam nolur bana izin verin. Lakin kimseye söz geçirememiş Hüseyin’i köy mezarlığına gömmüştü.
Kalabalık günlerce dağılmamış, Kurt Veli’yi yalnız bırakmamıştı. Jandarma sık sık Kurt Veli’ye baskı yapıyor dışarıdan gelenlerin köyü boşaltmasını istiyordu. Bu baskılar köy boşaltıldıktan sonra da devam etmişti. Jandarma hemen her gün köye geliyor, Kurt Veli’yi evinden alıp karakola götürüyor, cenazeye katılanların kimler olduğunu soruyor ondan tek tek isim istiyordu. Kimseyi tanımıyorum diyordu Kurt Veli başka bir şey demiyordu. Bu arada bir süre sonra İstanbul’dan haber gelmiş, üniversite sınav sonuçları açıklanmış, Hüseyin Tıp Fakültesini kazanmıştı.
Baskılar, işkenceler, tacizler hemen her gün sürüyordu Mamaş’ta. Gün oluyor Kurt Veli günlerce karakolda kalıyor ama bir tek isim vermiyordu. Bu arada 1980’in başlarında aldığı ani bir kararla Hüseyin’in mezarını kendi tarlasına taşımış, mezar taşına oğlunun ismini kendi elleriyle yazmıştı. Jandarma bu durumu kabullenememiş daha ilk günden mezar taşını paramparça etmiş, Kurt Veli’yi mezarın başında döverek yine karakola götürmüştü. 12 Eylül 1980 faşizminin ilk gününde yine karakoldaydı Kurt Veli. Bu kez jandarma çok daha acımasızdı. Çevre köylerden insanlar tek tek toplanıyor, köylülerden silahlarını teslim etmesi isteniyor, silah ihbarında bulunanların ödüllendirileceği söyleniyordu.
Yaklaşık 1 ay karakolda, işkencede kaldı Kurt Veli. Mezar yerinin değiştirilmesi olmayan suçunu daha da artırmıştı! 1 ay sonra hazırlanan tutanakla mahkemeye çıkarılıp tutuklandı. Önce Sivas’ta bir cezaevine sonra da Erzincan’da bir başka cezaevine gönderildi. 12 Eylül’ün o karanlık yıllarında 2 sene cezaevinde kaldı Kurt Veli. Tek suçu oğlunun cenazesine katılan binlerce kişiden birinin ismini jandarmaya vermemiş olması ve birde Hüseyin’in mezarını köy mezarlığından alıp kendi tarlasına taşımasıydı.
Kurt Veli şimdilerde 75 yaşında. Yaz aylarını Mamaş’ta, oğlu Hüseyin’in mezarı başına yaptığı evde geçiriyor. Küçük birde bostanı var. Domates, salatalık, soğan, ekiyor. Kışın Ankara’ya, Tuzluçayır Natoyolunda ki evine geliyor. İşte bu yazımda size 1979’da İstanbul Ok Meydanında, henüz 19 yaşındayken polisler tarafından öldürülen Hüseyin’in el çantasından çıkan Yaşar Kemal’in “Yılanı öldürseler” isimli kitabından bahsedeceğim.
Göçerlikten yerleşik düzene geçen Halil, zengin ve kalabalık bir aileye sahiptir. Bütün Anavarza köyü birbirine akrabadır ve Halil Anavarza’nın ağasıdır. Günün birinde bir başka köyden, yine zengin ve kalabalık bir aileye sahip olan güzeller güzeli Esme’ye tutulur. Esme istemez Halil’i. Bunu kendine yediremez Halil. Bir gece 6 kişi ile birlikte babasının evinden kaçırır Esme’yi. Elini ayağını bağlayıp ırzına geçmek ister. Direnir Esme. Teslim olmak istemez. Oysa inatçıdır Halil. Bir hafta sonra Esme’ye afyonlu şerbet içirir ve öyle erer muradına. Esme ayıldığında her şeyi anlar. Halil onu alır evine getirir. Önce İmam nikâhı sonra da resmi nikâh kıyarlar. Esme 1 yıl boyunca kocası da dâhil hiç kimseyle konuşmaz. 1 yıl sonra bir erkek çocuğu olur Esme’nin. Hasan korlar adını. Değişir Esme. Çocuğun doğması değiştirmiştir onu. Analık başka şey der. Köyde herkes onu sevmeye başlar. O da muhtaç olan herkese yardım eder.
Hasan büyür, serpilir. Altı ila yedili yaşlardadır artık. O günlerde Esme’nin eski yavuklusu Abbas cezaevinden kaçar. Bulur Esme’yi, köye gelir. Abbas çok istemiştir Esme’yi ama ailesi vermemiştir. Oysa her ikisi de birbirini çok sevmiştir. Esme yüzünden 3 kişiyi vurmuştur Abbas. Vurduğu kişilerden ikisi felç biri topal olmuştur. Çok gün almıştır Abbas. Diyarbakır cezaevine sürerler. Bir yolunu bulup kaçar cezaevinden. İlk iş olarak Esme’nin yanına gelir. Esme yalvarır Abbas’a. Sen dağa git der. Çocuğum yedi yaşına geldi, senide vurur beni de. Bir ay kadar Abbas ortalıkta gözükmez. Anavarza kayalıklarında saklanır.
Bir gece yer sofrasında baba, ana, oğul oturmuş yemek yerken evi basar Abbas. Kurşun sesleri çınlatır ortalığı. Her şey Hasan’ın gözleri önünde olmuştur. Kanı görür Hasan. Babası yüz üstü kapanmıştır sofraya. Ölmüştür. Abbas Esme’yi de yanına alarak hızla uzaklaşır oradan. Daha tan yeri ağarmadan köyün alanına bir ölü getirip atarlar. Abbas’tır bu. Amcaları delik deşik etmiştir Abbas’ı. Esme’yi de getirirler alana. Amcaları durmadan Esme’yi döverler. Köylüler, kadınlar, çocuklar önüne gelen herkes Esme’ye vurur yüzüne tükürür. Hasan hariç neredeyse tüm köylü katil olarak Esme’yi beller. Ve kitabın sonuna kadar da Hasan’ın anası Esme’yi öldürüp babasının kanını yerde koymaması için ellerinden geleni yaparlar.
Özete sığacak şey değildir Yaşar Kemal kitapları. Okuyun derim…