Yine sabah olmuş .
Lakin,"Bu aralar güneş geç mi doğuyor ne ?"
Ne gündüze benzediği var ne de geceye.
Yoksa bana mı öyle geliyor?
Camdan dışarı bakıyorum.
Mevsim de eski mevsim değil.
Kiraz da,elma da henüz çiçek açmamış!
'Nisan'da degilmiyiz!!!
Yoksa ben mi dengeyi bozdum!
Benim bildiğim bu günlerde 'VAN' cıvıl cıvıl olurdu.
Bağlar,bahçeler renk cümbüşüyle raks ederdi.
Bak hele bak yusufun kahvaltı salonunda, otlu peynirli,murtaxali sofralar kurulurdu.
Dolayi'nin sobasinin üzerindeki çay,çoktan demini almış olurdu.
Koçerlerin koyun sürüleri güzeldere'de görünürdü.
Oysa hiçbirinde emare dahi yok.
Kıran mi girdi!
Odadaki sehpaya ilişiyor gözlerim.
Sehpa üzerinde, boynu bükük kalmış kagit-kalem.
Tezgahlarında,uşkun ,çiriş dolu esmer tenli çocuklar geçmiyor sokaklarda.
Davul-zurna sesleri susmuş,
Halaylar durmuş.
Vangölü, gri bir kefen misali hareketsiz.
Sokaklarda ölüm sessizliği.
Camdan bakıyorum.
Elinde 3-4ekmek ile kadın telaşla evine dönüyor.
Sokağın çöpünü toplayan çöpçü panik içinde.
Sokakta,köpek, kedi sesi dahi duyulmuyor.
Hane içindekilerin her biri bir köşede tecritte.
Balkonlar boş.
Ne oldu Ya?
Oysa bu saatlerde ,her binanın önünde bir kaç okul servisi dururdu.
Çocuk sesleri yankılanırdı, kara beton duvarların koridorlarında.
Kalbim daralıyor.
Aç karnına sigaranın dumanına sığınıyorum.
"Bu bir rüya olsa gerek."diyorum.
Ama değil...
"Kendini kandırmana gerek yok naif"...
Bu tarifi imkansız yaşamın ta kendisi.
Yoksulların acılarıyla başbaşa kaldığı,zenginlerin ölümü hatırladığı bir zaman dilimi.
Bebeler uykuda hala..
Televizyonda alt yazı geçiyor.
"Dün itibarıyla ... can kaybı oldu.
Vakka sayısı....,toplam Can kaybı...oldu "
Yani ben,sen,diğeri uykuda iken ,başka hanelere ölüm haberleri düşmüş meğer.
Başka ocaklar sönmüş yani...
Bir sigara daha ateşliyorum.
şair Ataol Behramoglu'nun bu sözleri geliyor aklıma.
"ve cellat uyandı yatağında bir gece
tanrım dedi bu ne zor bilmece
öldükçe çoğalıyor adamlar
ben tükenmekteyim öldürdükçe"
Eğer ki bu dizeleri bugün yazmış olsaydı şair, 'cellat' ,'Corona' alçağı mı olurdu !
Bir kramp giriyor göğsümün sol üst köşesine.
Her Nisan ayının bu saatinde maraş caddesindeki kalabalıklarda buluyorum kendimi.
Tezgahlarını açan Vanlilari görüyorum.
Banka şubeleri önündeki kuyrukları.
Vitrinleri süsleyen genç kızları.
Sıcak ekmek kokuları geliyor burnuma.
Tezgahta duran nar gibi kizarmiş simitleri görüyorum.
Yürümeye devam ediyorum.
Yağmur çiseliyor ince ince.
Islanıyorum...
Oysa hepsinin de koskocaman bir düş olduğunun, cumhuriyet caddesi ışıklarına vardığımda anlıyorum.
Sanki bayram sabahı.
Kapkara bir bayram sabahı.
AVM'ler kapalı.
Güzelim 2 nisan caddesinde esnaf kepenk kapatmış.
Parklarda in cin top oynuyor.
Selam vereceğim,selamını alacağın allahın kulu yok .
Omuzlarımdaki ağırlık gittikçe artıyor.
Geleceğe dair umutlar paramparça.
Ara mahallere dalıyorum.
Balkonlarda sigara içen ebeveynler.
Veeee şehir koskocaman bir açık cezaevi gibi.
Vay be...
Bak sen şu feleğin cilvesine!
Bak sen böylesi çaresizliğe!
Birgün deselerdi ki "bir salgin gelecek ve tüm evreni tutsak edecek "kim inanırdı?
Ama maalesef bugün böylesi bir esaretle karşı karşıyayız.öyle bir esaret ki ne top,ne tank,ne tüfekleriniz kâr etmiyor.
Sözün kısası ,insanoglu ,daldan düşmek üzere olan kuru bir yaprak gibi.
Baharı görmeden, hazan mevsiminin zemerisini yaşıyor.
Bu ne yaman çelişki üstad?
Bir açıklaması yok mu acep?
Yanı şimdi bir başımıza mi kalacağız?
Bir başımiza ve yapayalaniz..
Vay be...
Vay be...
Meğerse, bir hiçmişiz de haberimiz yokmuş...