Mirjo Salvini*

Türkiye’nin doğusundaki Van Gölü, Türkiye dışında pek tanınmaz. Yüzölçümü Cenevre Gölü’nden altı kat daha büyük olan bu gölün suları tatlı değil, bilakis sodalıdır. Ayrıca çok derin bir göldür. Bu özelliğinden dolayı Van’ı tanıtan görseller üzerindeki meşhur “Van Gölü Canavarı” gölün derinliklerinde çok iyi saklanabilir!

Urartu Krallığı’nın başkenti Tuşpa’nın yer aldığı Van Kalesi’ni 1969 yılındaki ilk ziyaretimden önce hiç görmemiştim. Bu yabancı isimden, yani Tuşpa’dan çekinmeye gerek yoktu. Belki de bu nedenle çoğu insan hatta belki de birçok eski tarihle ilgilenenler tarafından bilinmiyordu. Urartu aslında Tevrat’taki Nuh hikâyesiyle bağlantılı olan ünlü dağ Ağrı’ya karşılık gelen bir kelimeydi. Ararat adı eski İbranice metinde rrt ünsüz harfleri ile yazılmıştır. Ama Asur yazıtlarında Urartu bir ülke adı olarak U-ra-ar-tu şeklinde çivi yazılı hecelere karşılık gelmekteydi. Böylece Ararat ya da Urartu sadece bir dağ adı değil ayrıca bir ülke ve güçlü bir devletin adıydı. Tevrat’ın Yunanca çevirisinde Asur Kralı Senherib’in oğullarının babalarını öldürdükten sonra Ararat Dağları’na yani dağlık Urartu ülkesine kaçtıkları yazılıdır. Aynı kitabın Latince versiyonunda ise “super montes Armeniae” yani Ermenistan dağlarına kaçtıkları belirtilir.

Farklı halklar ve diller olmalarına karşın Urartu Krallığı topraklarının Antik ve Ortaçağ Ermenistan coğrafyasına tekabül ettiği iyi bilinen bir gerçektir. Urartu’nun önemli bir siyasi figür oluşu, MÖ 9-7. yüzyıllar arasındadır. Bu eski krallık hakkında bildiklerimizi, çağdaşı Asur İmparatorluğu’nun çivi yazılı belgelerine ve ayrıca kendi dillerinde yani Urartuca yazdıkları ve geniş topraklarda bulunan yazıtlara borçluyuz. Yaklaşık 200 yıldan beri birçok ulustan tarihçi, filolog, dilbilimci gibi bilim insanının ortak çalışmaları sayesinde, bugün tarihi Ermenistan Platosu (Bazıları kızmasın!) yani Doğu Türkiye, Ermenistan ve Kuzeybatı İran Dağları üzerine kurulmuş en eski devlet olan Urartular hakkında çok kapsamlı bilgilere sahibiz.

F. SCHULZ ÖNCÜLÜĞÜNDE VAN KALESİ’NİN KEŞFİ
Semiramis’in Kenti (Ermenice Şamiramakert) olarak bilinen Van Kalesi’nin keşfi, Urartu çalışmalarının öncüsü Friedrich Eduard Schulz’un yaptığı çalışma ile oldu. Genç bir Alman bilim insanı olan Schulz, dönemin Fransız Dışişleri Bakanlığı tarafından Osmanlı’nın doğu topraklarına gönderildi. O maceralı yolculuğundan sonra 1827’de Van’a ulaştı ve burada Van Paşası tarafından karşılandı. Schulz, o yaz mevsiminin 3 ayında 42 çivi yazılı kitabe buldu ve kopyalarını çıkardı. Kaydettiği Urartu yazıtları ölümünden çok sonra, ancak 1840 yılında yayınlandı. Bu tarihten sonra farklı ülkelerden birçok bilim insanı Van uygarlığı yani Urartu üzerine çalıştı. Böylece İran Azerbaycanı’ndan Fırat boylarına kadar, oradan Ermenistan’daki Sevan Gölü’ne kadar çok geniş bir alana dağılan Urartu kalıntıları üzerine modern dillerde çok sayıda yayın yapıldı. Aslında Urartu topraklarında bizlere miras kalan en önemli kalıntılar, güçlü kaleler ve kaya yazıtlarıdır.

Bu kalıntılar, Urartu medeniyetine dair bilgilerimize ait temel referanslardır. Özellikle Türkiye’nin doğusunda ve Ermenistan’da yürütülen kazılar sonucunda Urartu’nun meşhur bronz işçiliğini yansıtan kalkanlar, kazanlar, heykeller ve çok çeşitli objeler ele geçti. Urartu adı ilk kez MÖ 13. yüzyıla ait Asur çivi yazılı belgelerinde bir yer adı olarak geçer. Bu yazıtların tarihi ayrıca Urartu tarihinin de başlangıcıdır. Ama Urartular, yazıtlarını ancak MÖ 9. yüzyıldan itibaren yazmaya başladılar. Van Kalesi kayalığının eteklerinde Madır Burcu denilen güçlü bir yapının büyük bloklardan oluşan yapı taşları üzerinde Urartu Krallığı’nın kurucusu ve ilk hükümdarı Lutibri’nin oğlu Sarduri’ye ait altı adet yazıt yer alır. Birbirinin kopyası olan (duplikate) Madır Burcu yazıtları Asur dilinde olup, yeni kurulan Urartu Krallığı’nın da Asur geleneğinin takipçisi olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

SEMİRAMİS ŞEHRİ
Sarduri’den sonra Kral İşpuini’den başlayarak Urartu çivi yazılı belgeleri yeni bir dilde yazılmaya başlandı. Onlar kendilerini Biainili olarak adlandıran yerel bir güçtü. Belki de Bia-i-ni-li “Bia (bölgeleri)” Van adının öncül formuydu. Urartu yazılı belgeleri, MÖ 9. yüzyılın son çeyreğinden, MÖ 7. yüzyılın ortalarına kadar geçen süre içinde yazıldı. Nitekim bu çok uzun olmayan bir dönemdir. Ancak bu dönem, iki evre şeklinde incelenebilir. MÖ 8. yüzyılda Urartu kralları Minua, I. Argişti ve II. Sarduri merkezi Van bölgesinde ve yeni fethedilen Aras Nehri’nin kuzeyinde Erebuni ve Argiştihinili gibi olağanüstü şehirler inşa ettiler. Bu hükümdarların bıraktığı miras muhteşemdir, MÖ 8. yüzyılda Urartu gücünün belkemiğini oluştururlar. Kanalların inşası, şehirlerin kurulması, yazıtlarda yaygın olarak bahsedilen zengin bir tarımın yaratılması şeklinde bölgeye müdahale ettiler. Başkente su getiren ve bugün hala işlerliğini sürdüren yaklaşık 60 km uzunluğundaki Minua Kanalı, bu dev projelerden sadece biridir. Bu kanal efsaneye göre Van şehrinin kurucusu Asur Kraliçesi Semiramis’e atıfla “Semiramis Kanalı” olarak da adlandırılmıştı. Bu efsanenin kaynağı olan Ermeni Ortaçağ yazım geleneğinde Van Kalesi de Şamiramakert, yani “Semiramis Şehri” olarak adlandırıldı.

Kısa bir ara not: Dönemin güçlü Asur Kralları ile eşit güce ve statüye sahip Urartu Kralı II. Sarduri, Van ve çevresinde muhteşem yerleşimler inşa edip, savaş ve zaferlerini kusursuz çivi yazısı ile taşlara işlerken, uzak batıda bir sepete konmuş yeni doğmuş ikiz çocuklar bir nehirde sürükleniyordu. Bu yolculuk, bir anne kurdun o çocukları bulup onlara annelik yapmasına kadar sürdü. O çocuklar Romulus ve Remus’tu, sürüklendikleri nehir de Tiber’di. Bu efsane de böyle başlar. Gerisi biliniyor: Roma’nın yedi kralı, ardından Cumhuriyet, Augustus, Roma İmparatorluğu…

Düşünün ne Palatine Tepesi’nin (Roma’nın kurulduğu tepe) okuma yazma bilmeyen çobanları Eski Yakın Doğu’nun muhteşem uygarlıklarını duymuştu, ne de bu uygarlıkların mağrur hükümdarları Yunan ve Roma uygarlıklarını yaratacak olan halkların varlığını dikkate almıştı. Bu karşılaştırmanın tarihe karşıt bir söylem olduğunun farkındayım. Biliyorum bu olaylar aynı tarih kitabının farklı sayfalarında yazılmışlardır. Ama böyle olsa dahi bazen olaylar ve dönemler arasında hayali bir tur yapmak ve farklı medeniyetleri karşılaştırmak hiç fena değildir. Hem bu bölgeler o kadar da birbirinden kopuk sayılmazdı. Nitekim mesafeler, Olympia’da (Yunanistan) veya Etruria’da (İtalya) bulunan bronzların da gösterdiği gibi, Doğu’nun ve kısmen Urartu’nun ticari ve kültürel etkilerini engelleyemedi. 

AJAN MEKTUPLARIYLA ‘URARTU’NUN BUHRAN DÖNEMİ’
Eğer konumuza geri dönecek olursak, Urartu tarihinin askeri başarılarla dolu ilk aşaması Asur Kralı II. Sargon’un MÖ 714 yılındaki sekizinci seferi ile Urartu topraklarına derinlemesine nüfuz etmesiyle başka bir aşamaya girer. Bu olayla Urartu Krallığı’nın içine girdiği kriz, Asur yazıtlarına göre Urartu Kralı Rusa’nın çaresizlik içinde intiharı ile sonuçlanır. Asur Kralı Sargon’un oğlu Senherib tarafından düzenlenen Asur İstihbarat Servisi’nden gelen ajan mektupları, yeni bir kralın ortaya çıkmasıyla birlikte Urartu sarayındaki çalkantı hakkında bizi bilgilendiriyor. Ama ne yazık ki Urartu’nun bu buhran dönemi ile ilgili elimizde doğrudan bir belge yok. Buna göre, Urartu devleti Asur müdahalesinden sonra çökmedi. Çünkü Asurlar başkent Tuşpa’yı fethetmemişti. Ayrıca MÖ. 743 yılında bugünkü Adıyaman civarında Asur Kralı III. Tiglatpileser, Urartu Kralı II. Sarduri’yi bir savaşta yendiğinde Urartu Hanedanlığı yine devam etmişti.

URARTU KRALLIĞINDA II. RUSA DÖNEMİ
Bu dönemden sonra Urartu Krallığı için son ve en önemli dönem, kuşkusuz II. Argişti’nin oğlu II. Rusa dönemidir. Bu kral MÖ 7. yüzyılın ikinci çeyreğinde Urartu’yu yönetti. Özellikle Van Gölü havzasında ve Ermenistan’daki Yerevan sırtlarında kentler kurdu. Onun döneminden bize çok sayıda mimari kalıntı, heykel ve bronz eserler ulaştı. Kuşkusuz 19. yüzyılda Schulz, Rassam, Lehmann-Haupt gibi ilk Urartu kaşiflerinin tespit ettiklerinin yanında 20. yüzyılda Ermenistan Erivan’daki Karmir-Blur ve Armavir/Argiştihinili gibi yerleşimler ile Van Gölü Havzası’ndaki Van Kalesi, Çavuştepe Kalesi, Adilcevaz/Kef Kalesi ve Van’ın 35 km kuzeyindeki Ayanis Kalesi arkeologların uzun çabaları ile ortaya çıkarıldı. Bu iki yüzyılda Urartu kalıntılarına yönelik yapılan arkeolojik kazıların, keşif gezilerinin, epigrafik ve dilbilimsel çalışmaların miktarını özetlemek mümkün değildir.

Söz konusu araştırmalar son yıllarda büyük ölçüde artarak devam etti. Van Krallığı ile ilgili bibliyografya şu anda yapılan çok sayıdaki yeni keşifle büyük bir hızla zenginleşiyor. Eski araştırmalardan kalan Urartu eserleri British Museum’dan Berlin’deki Vorderasiatisches Museum’a çok sayıda müzede yer alır. Ancak Urartu eserleri konusunda en zengin müzeler anıtlar, yazıtlar ve özellikle bronz eserlerin olduğu Van ve Erivan müzeleridir.

Bazı Urartu kaya yazıtlarının olduğu İran’da ise Urmiye ve Tahran müzelerinde önemli Urartu çivi yazılı belgeleri korunmaktadır. Yıllar içinde, örneğin Erivan, München ve Van’da kısmen veya tamamen Urartu medeniyetine adanmış bazı bilimsel kongreler düzenlendi. Örneğin, Van’da 1990 yılında düzenlenen 3. Anadolu Demir Çağları Sempozyumu’nun ardından bu yıl eylül ayında Van Kalesi’nin dibinde Urartu ve Ötesi adlı bir sempozyum düzenlendi.

Kuşkusuz tarihsel açıdan, Urartu Krallığı’nın en öne çıkan özellikleri, bulunduğu coğrafyanın yüksek yaylalarının yazıya sahip ilk devleti ve MÖ 9. yüzyılın sonundan 7. yüzyılın ortalarına kadar Asur İmparatorluğu’nun en zorlu rakibi olmasıdır. Urartuların avantajlarının başında ise yine coğrafik olarak yaşama elverişli vadi ve düzlükleri tutan doğal savunma duvarları şeklindeki sıradağlara ve müthiş bir bronz üretiminin gelişmesine izin veren metal madenlerine sahip olması geliyordu. Bu yüksek yaylalardaki farklı halklar ve etnik unsurları bir arada tutabilen şey ise bu coğrafyayı izole eden topografya, demir silahlar ve merkezi gücü kullanarak kusursuz bir organizasyon oluşturan krallık sayesinde oldu. I. Sarduri’ye ait en eski yazıt olan Madır Burcu yazıtlarında da görüldüğü gibi Urartu kendi coğrafyasında Mezopotamya çivi yazısını benimseyen ilk devletti. Ancak bu yazı, kısa süre sonra, Sami ve Hint-Avrupa dilleri gibi Eski Yakındoğu’nun büyük dil ailelerinden hiçbirine ait olmayan ve Urartu adı verilen yeni bir dile uyarlandı. Bugün hiçbir modern dil Urartuca’dan türememiştir veya ardılı değildir. Bunun yanında Urartuca MÖ. 2. binyılın son derece zor olan Hurri dili ile ilişkilidir. Bu durum Urartuca’nın neden hala tam olarak çözülemediğini açıklıyor.

URARTU DİLİNİN VE YAZITLARININ ÇÖZÜLMESİ
Urartu yazıtlarının kopyaları Fransız ve İngiliz arkeologlar tarafından Nineveh ve Khorsabad’daki büyük Asur yazıtlarının keşfedilmesinden önce, Schulz’un Van çevresine yaptığı araştırma gezisi sonucunda Avrupa’ya ulaşmıştı. Bu yazıtların yayınlandığı Journal Asiatiqua serisinin Paris’te çıkan 1840 tarihli 9. yılı lll. sayısında söz konusu kopyaların güzel örnekleri görülebilir. Bu örnekler, 1857’de Londra’daki Royal Asiatic Society tarafından çivi yazısı transkripsiyonun yapıldığı bildirildiğinde pek dikkate alınmadılar. Bu tavır Urartu dilinin çözülmesi sürecinin izlediği inişli çıkışlı rota ile yakından alakalıdır. Çünkü Urartuca keşfedildiği günden beri hala tam olarak onu kavramamıza izin vermiyor. Bu durumun en baştaki sebepleri, bu dilin diğer dillerle ilişkisinin olmaması, ek olarak az sayıda ve kendini tekrarlayan yazıtlara sahip olmasıdır. Urartu dili, genel olarak Sümer ve Elam dilleri gibi “Asyalı” olarak tanımlanabilir. Bu dile dair en anlaşılır metinler, I. Argişti ve oğlu II. Sarduri’ye ait Van Kalesi’ndeki büyük kraliyet yıllıklarıdır. Bu yıllıklar, adı geçen krallar tarafından görkemli Van Kalesi kayalıklarına işlenmiştir. Bunlardan I. Argişti Yıllıkları kalenin güney yamacındaki kaya odalarından oluşan kompleksin girişini kaplar. Burası kesinlikle Argişti’nin ve kraliyet ailesinin mezarlarının olduğu anıt odalardır.

Oda mezarların içi tabii ki krallığın sona ermesinden kısa bir süre sonra yağmalandıkları ve yaklaşık 2 bin 800 yıl boyunca davetsiz misafirlere ev sahipliği yaptıkları için ana kaya dışında içlerinde hiçbir şey korunmamıştır. Ancak mezardaki ana odanın tabanında taş lahitlerin varlığına işaret eden izler kalmıştır. Argişti’nin oğlu Sarduri ise Van Kalesi’nin kuzey yüzünde, Hazine Kapısı denilen yerde steller ve ana kaya üzerine işlediği yıllıklarını bize bırakmıştır. Gerek Argişti’nin gerekse de Sarduri’nin Van Kalesi’ndeki uzun yıllıkları son yüzyıllarda özellikle büyük zarar gördüler.

Örneğin uzun Argişti yazıtı (Horhor), esas olarak kaleyi kuşatanların açtığı top atışlarından zarar gördü. Yine Sarduri’nin yıllıklarının (Analıkız) olduğu steller 1916’da Rus arkeologların toprak altından çıkarmasının akabinde yereldeki umursamazlık ve eser vandalizmi sonucunda büyük ölçüde zarar gördü. Bu çok kötü bir durum. Ne yazık ki çoğu kişi kendi tarihsel belleğini umursamıyor. Ve birçok insan kendini tarihi kalıntıların sistematik tahribatına adıyor. Bu durum bugün hala devam ediyor. Bu zorluklara rağmen, bahsi geçen Urartuca tarihi metinler İngilizce, Almanca, Rusça, Türkçe, Ermenice, İtalyanca vb. gibi modern dillerde yayınladı.

Böylece Doğu Toros, Zagros ve Transkafkasya dağları arasındaki yüksek yaylaların tarihinde önemli bir sayfayı geri kazandık. Adlarını yazıtlardan bildiğimiz Urartuların boyunduruğu altına girmiş onlarca halk, kavim, şehir, hükümdarın isimlerini şimdiki yaşayanlarla eşleştirip, kağıt üzerinde yerlerini gösteremiyoruz. Ama buradan Urartu krallarının yapmış oldukları yapılar, yerleşimler, kaleler, kaya mezarları, kaya yazıtları, sulama kanalları ile bölgede büyük değişimler yapmış çok etnik yapılı bir imparatorluğu yönettiklerini söylebiliyoruz. Urartu yazıtlarında ilginç isimler geçer. Örneğin Aras Nehri’nin kuzeyinde bir bölgede bulunan Diauehi’nin Kralı Utupurşini, önce Urartu Kralı Minua’ya sonra da oğlu I. Argişti’nin ordularına karşı direndi. Yine Malatya (Geç Hitit Devleti) Kralı Hilaruada, Urartu Kralı II. Sarduri’ye haraç olarak altın, gümüş ve büyükbaş hayvanlar verdi. Bu dönemde Qumaha (Kommagene) Kralı Kuştaşpili, Urartular ile Yukarı ve Orta Fırat bölgelerindeki Geç Hitit ve Arami devletleri ile birlikte Asur Kralı III. Tiglatpileser’e karşı kurulan bir ittifakta yer aldı. Tarihi hafızaya işlenen bu şahsiyetler, dönemin kudretli kralları II. Sarduri ve III. Tiglatpileser ile tanışma şansına ya da talihsizliğine sahip oldular!

Urartu Krallığı’nın dağları ve geniş topraklarında yer altına inşa edilmiş kaya odaları, su kaynaklarına inen kaya basamakları, yiyecek depoları, anıt mezarlar ve mezar gömüsü kalıntılarına sıklıkla rastlanılır. Bunlar içinde en iyi bilinen örnekler bugün ziyaret edilebilen meşhur Van Kalesi’ndeki anıtlardır. Kaledeki büyük kaya odalarına ulaşım farklı güzergahlardan sağlanır. Biz buradaki I. Argişti’nin anıt mezarından ve II. Sarduri’nin kayaya işlenen tapınım alanından söz etmiştik. Kaledeki kaya odalarının bazıları açıkça kaya nekropolleri olup farklı krali düzenlemelere göre yapılmışlardır. Maalesef bu oda mezarlar yazıtsız olduğu için kesin olarak tarihlerini kestiremiyoruz.

GÖRKEMLİ AYANİS KALESİ
Son olarak İzmir Ege Üniversitesi’nden arkadaşım merhum Prof. Dr. Altan Çilingiroğlu’nun adıyla anılan en son arkeolojik girişimden kısaca bahsedelim: Van Gölü’nün doğu kıyısında doğal bir tepeye kurulmuş görkemli Ayanis Kalesi… Buradaki kazılar, Urartuların bronz sanatının muhteşem eserlerinin gün ışığına çıktığı son yılların en önemli arkeolojik girişimi oldu. Bunlar içinde özellikle tarihi kalkanlar önemlidir. Nitekim benzerleri Erivan’daki Karmir-Blur kazısında ele geçmişti. Ayanis’teki en muhteşem keşif ise Urartuların en büyük tanrısı Haldi’ye adanmış tapınak yapısıdır. Tapınağın cephesi ve giriş koridoru itina ile kesilmiş müthiş bazalt taş bloklarının üzerine oyulmuş çok uzun çivi yazılı bir metinle kaplıdır. Odanın iç duvarları orijinal fantastik hayvan motifleri ve stilize bitkilerle süslenmiştir. Bu güçlü duvarlara sahip kalede içinde, şarap, susam yağı gibi gıda maddelerini depolamak için büyük kaplar içeren depolar gün ışığına çıkarıldı. Ayrıca sıvı miktarlarını kaydeden bir dizi kil bulla bize yeni ve ilginç bilgiler verdi. Bu bullalar üzerindeki çivi yazılı kısa ifadelerin yanı sıra hiyeroglif işaretleri de işlenmiştir. Çevirisini yapabildiğimiz bu işaretler çizgisel (Linear) yazıtlardır. Bu semboller Urartu’da çivi yazısı yazma becerisine sahip kişilerin yanı sıra, örneğin, ambarlarda depolanan yağ veya arpa miktarlarını belirtmenin kendi basit ama etkili yolunu bulmuş olan, okuma yazma bilmeyen işçilerin de olduğunu gösterir.

Ayanis ve çevresinden gelen buluntular oldukça zengindir ve yakın gelecekte yeni keşifler için umut vadetmektedir. Savaşlardan ve çatışmalardan etkilenen halklardan farklı olarak Türkiye ve özellikle doğusundaki yöreler, tarihi zengin bir toprakta yaşamanın ilgi ve gururunu taşıyorlar. Bu topraklar sahip olduğu kültürel mirası orada yaşayan yerel nüfusa da yayması gereken mükemmel uzmanlara da sahip olduğu için ayrıca büyük bir şansa sahiptir.

*Istituto di Studi sulle Civiltà dell’Egeo e del Vicino Oriente, Emeritus
Çeviri: Kenan Işık - Gazete Duvar