Yılmaz Güney ismi kerpiç ve briketten yapılmış gecekonduların sıvasız duvarlarını süsleyen önemli bir isimdi bizim için. Gülünce onun gibi gülmeye çalışır öfkelenince onun gibi öfkelenirdik. Çocuktuk. Belimize taktığımız oyuncak silahı çıkartıp “kömen kömen” diye oyun arkadaşlarımıza sıktığımızda onun gibi silah tutardık. Kuşkusuz bütün filmlerine hayrandık ama Mehmet Ali Amcanın Yılmaz Güney’in “Hudutların Kanunu” filminin fon müziğini yaptığını öğrendiğimizde o’na bir başka bakardık. Yılmaz Güney’in arkadaşıyla konuştuk diye etrafa hava atardık.
O günlerde güneş bir başka güzel doğardı Tuzluçayır Natoyolun’a. Gecekonduların birbiri ardına dizildiği sokaklarda Yakupabdal köylüleri gelir eşekle armut ve ahlât satardı. Çocuktuk. Üzüm satan motorların peşine takılırdık. Araba görsek dokunmak için birbirimizle yarışırdık. O bölgede doğup büyüyen çocuklar birbirini tanırdı. Konuşurdu, selamlaşırdı. Oyun zaman oyun oynar, ders zamanı ders çalışırdı. Bir arka sokağımızda otururdu Gülsün. Yaşıtımdı. Komşumuzdu. Memleketlimdi. Çamşıh’ın tanınmış Halk Ozanlarından Mehmet Ali Karababa’nın kızıydı.
1990’lı yılların başı sancılı yıllardı. Gömülen kitaplar, saklanan kasetler yeni yeni gün yüzüne çıkıyordu. Esnaftı ağabeyim. Kırtasiyemiz vardı. Otobüs durağı tamda kırtasiyenin karşısındaydı. Gazeteden kasete, otobüs biletinden kırtasiye çeşitlerine birçok şey bulunurdu. Hoparlör koymuştuk dışarı. Ruhi Su’dan Livaneli’ye, Ali Asker’den Emekçi’ye hemen bütün kasetleri sabahtan akşama kadar çalar, türküye, türkülere olan özlemi gidermeye çalışırdık.
Kardeşi Zeynep’le birlikte gelirdi dükkâna Gülsün. Otobüs bileti alır, gazetelere bakar, birazda türkü dinler giderlerdi. Her ikisinin de sesi güzeldi. Kardeşi Zeynep daha sonra bu işi profesyonel olarak sürdürmüştü zaten. O gün Sivas’a birçoğumuz gidebilirdik. Birçok arkadaşımızda gitmişti zaten. Sivas katliamı içimizde yıllarca iyileşmeyen yaralar açmıştı. Dostlarımız, arkadaşlarımız, sevdiğimiz şair ve sanatçılarımızı yitirmiştik. Gülsün’ü örneğin o günden sonra bir daha gülerken göremeyecektik. Otobüse binerken, gazete okurken, türkü dinlerken sohbet edemeyecektik.
Yıkılmıştı Mehmet Ali Amca. Sivas katliamından sonra ki aylarda bir iki kez kalp krizi geçirmişti. Kim bilir neler yaşamıştı içinden ama Sivas katliamından 2 sene sonra 1995’te hayata gözlerini yumduğunda Gülsün’e olan özlemini şu dizelerle anlatmıştı:
Bana bayram yap diyorlar can ile
Sensiz bayram haram olsun Gülsüm’üm
İçim dolu gözüm dolu kan ile
Sensiz bayram haram olsun Gülsüm’üm
***
Yavrum ben ölüyorum annen de hasta
Evimiz barkımız kederde yasta
Gülsüm’ü yaktılar kanlı Sivas’ta
Sensiz bayram haram oldun Gülsüm’üm
Kuşkusuz Sivas katliamı üzerine birçok şey yazılıp çizildi. Lakin yıllar sonra verilen zaman aşımı kararı için Başbakan Erdoğan’ın “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun” demesi belleklerde en taze olanıdır! Oysa Dersim’den sonra Cumhuriyet tarihinin belki de en kanlı ve en acımasız katliamlarından biriydi Sivas katliamı. Peki ama 2 Temmuz 1993’den günümüze devlet üzerine düşen görevi layıkıyla yapmış mıydı da Başbakan böyle demişti? Devlet yakalayabildiklerini yakalamış yakalayamadıklarının peşine mi düşmüştü acaba? Lakin şu iki örnek bile durumun hiç de öyle olmadığını göstermeye yetiyordu.
Adı İhsan Çakmak! Sivas katliamının sanıklarından! Aranırken 1999’da evlenmiş. Askere gidip gelmiş. Çoluk çocuğu olmuş. Çocuklarını nüfusa kaydettirmiş. Bu da yetmemiş İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne işe girmiş ve emniyetten ehliyet almış.
Adı Cafer Erçakmak. Olaydan sonra Fransa’ya kaçmış. Sivas katliamının bir numaralı azmettiricisi olarak Interpol tarafından kırmızı bültenle arandığı söylenmiş. Arandığı söylenirken cenazesi 2011 yılında Sivas Valiliğine 400 metre uzaklıktaki evinden kaldırılmış. Ve sanki tüm bunlar yaşanmamış gibi mahkeme dava ile ilgili “zaman aşımı kararı” vermiş, Başbakan Erdoğan’da “Hayırlı olsun” demiş.
Zaman için ilaç derler. Oysa ilaç bir yarayı iyileştirmek içindir. Bir sızıyı gidermek, bir acıyı dindirmek içindir. Sivas katliamının hangi yarası sarılmıştı da zaman aşımı kararı verilmişti. Seyit Nesimi’nin derisi yüzyıllar önce yüzülmüş olmasına rağmen toplumda bıraktığı derin izler zaman aşımına uğramış mıydı? Pir Sultan Abdal asılalı kaç yüz yıl olmuştu, acısı zaman aşımına uğramış mıydı? Çıkmış mıydı belleklerden izleri? Dersim zaman aşımına uğramış mıydı? Dinmiş miydi yüreklerdeki sızısı?
Kaldı ki siz nerden bilecektiniz acının ne demek olduğunu? Acıyı yaşayan “Hayırlı olsun” der miydi? Sizin hiç babanız yakılmış mıydı kor ateşlerde. Oğlunuz, kızınız, arkadaşınız diri diri atılmış mıydı ateşlere. Siz nerden bilecektiniz acının ne demek olduğunu?
Sizin hiç Gülsün adında gonca gülünüz oldu mu? Gonca gülünüz 22 yaşında soldu mu? Sizin babanız gonca gülünü koklayamadan toprağa verdi mi? Sizin hiç kızınız yakıldı mı?
Sizin hiç 12 yaşında oğlunuz, 17 yaşında ablası ile yan yana yakılıp, yan yana mezara gömüldü mü? Sizin hiç şair bir babanız oldu mu? Şair babanız eli saz tutan, türküler söyleyen ozanlarla birlikte yakıldı mı? Saz çalan türkü söyleyen diliniz ateşlere atıldı mı?
Sizin hiç yuvanız dağıldı mı? Halaya duran kız kardeşinizin saçı yangın yerinde alev alev tutuştu mu? Sizin hiç anneniz ardınızdan “Ben ölem looo, ben ölem” diye ağıtlar yaktı mı?
Siz nereden bileceksiniz ki acıyı. Ne çektiniz ki siz? İnanmak, mücadele etmek, direnmek ne demek, siz nerden bileceksiniz ki? Siz hiç bile bile ölüme gittiniz mi? Siz henüz 19 yaşındaki Serkan Doğan gibi “Başıma kızıl bağla, arkamdan ağıt yakma anam” deme cesaretini gösterebildiniz mi?
Siz nerden bileceksiniz özgürlüğe tutunmanın ne demek olduğunu? Siz hiç korumanız olmadan Malatya’dan öteye geçtiniz mi? Korumanız olmadan Munzur’dan bir tas su içtiniz mi? Diyarbakır sokaklarında korumalarınız olmadan yürüdünüz mü? Tütün içtiniz mi örneğin? Yağmura karşın, bir çiçeği koparmadan dalından öptünüz mü?
Siz nereden bileceksiniz ki acının ne demek olduğunu? Siz hiç köy meydanında toplanıp askerler tarafından coplandınız mı? Yaşlılarınıza insan dışkısı yedirildi mi? Diliniz yasaklandı mı hiç? Sizin hiç 13 yaşında Ceylan adında bir kızınız oldu mu? Vuruldu mu kızınız havan mermisiyle? Şehitler ölmez vatan bölünmez diyorsunuz ya hani? Sizin 19 yaşında bir oğlunuz şehit düştü mü? Siz hiç şehit ailesi oldunuz mu? Bölünmez dediğiniz vatanda aileniz bölündü mü hiç? Köyünüz yakılıp yıkıldı mı? Vurdunuz mu kendinizi göç yollarına?
Siz nerden bileceksiniz acıyı? Acıyı bilen zaman aşımından bahseder mi? Sizin sevgiyi, hoş görüyü, kardeşliği, özgürlüğü, barışı kucaklayacak bir yüreğiniz oldu mu? Sahi oldu mu?