Size Ne Kadar Toprak Lazım?

Tolstoy ‘un hikâyelerinden birinde insanoğlunun ezeli aç gözlülüğü anlatılır.

Şeytanın kışkırtmalarıyla “daha çok toprak” peşine düşen kahramanımız, elde ettikleriyle bir türlü yetinmez. Her seferinde daha büyük bir arazinin peşine düşer. Hikâyenin kahramanı olan Pahom, en sonunda, bizim Başkurtların bölgesine gelir. Başkurtların çok verimli tarım toprakları olduğunu öğrenmiştir, üstelik topraklar bomboş yatmaktadır. Başkurtların reisine isteğini söyleyen Pahom, reisten olumlu ve ilginç bir karşılık alır.

Reis günlüğüne bin ruble ister. Güneşin doğuşundan batışına kadar, çevresinde gezebildiği kadar arazi Pahom’un olacaktır. Bunu duyan Pahom heyecanlanır, bir günde çok geniş bir alanı dolaşılacağını düşünür.

Reisin şartı güneş batmadan başladığı noktaya dönmesidir. Sabahın ilk ışıklarıyla Pahom reisin şapkasını koyduğu noktadan başlar. Orası da güzel, bu taraf da benim olmalı, şura da arazimin içinde olmalı diye diye, dinlenmeyi bile aklına getirmeden güneşin altında çılgınca koşturan ve belli aralıklarla araziyi kazıp işaretler koyan Pahom, tam güneşin batma anında son bir gayretle şapkaya hamle eder ve oraya yığılır kalır, eli şapkaya değmiştir.

Reis, bir sürü toprağın oldu diye bağırır. Oysa Pahom düştüğü yerden kalkamaz. Yanına gelen uşağı onun can verdiğini görür. Uşak efendisini iki metreden az bir çukur kazarak içine gömer.

Tolstoy insanlara, “işte ihtiyacınız olan toprak bu kadardır, daha fazlası değil” demek ister.

Özetlemeye çalıştığım hikâyenin tamamını okumak ve ustanın anlatımındaki güzelliği tatmak gerekir.

Evet, insanoğlu aç gözlüdür, yetinmeyi bilmez ve hep daha fazlasını ister.

Toprağına toprak, parasına para katmak ister. İster de ister...

Mutlaka siz de duyuyorsunuz, biliyorsunuz. Adamın birkaç yüz tane dairesi varmış diyorlar! Ben herhalde bir söylentidir, gerçek olamaz diye inanamıyorum böyle laflara.

Bir insanın nasıl olur da yüzlerce dairesi olabilir, benim aklım almıyor bunu, hesabım şaşıyor.

Bu biriktirme ve yığma işinde sanırım bir “branşlaşma” da söz konusu oluyor! Hani koleksiyonerler gibi; kimi pul, kimi tablo, kimi telefon kartı toplar ya, bu yığmacılar da öyle sanki.

Arsa, arazi yığınlar ayrı; ev, daire toplayanlar ayrı; araba, yat, uçak toplayanlar ayrı; altın, elmas toplayanlar daha ayrı gibi...

Bir de sadece para yığınlar var ki bana hep meşhur “Varyemez Amca”yı hatırlatır. Eskiden televizyonlarda sık gösterilen Walt Disney yapımı bir çizgi film olan Varyemez Amca, parasını asla harcayamaz, sık sık para yığınlarının üstüne kendini atar, aşağıya doğru mutluluktan mest olmuş bir hâlde kayardı.

Dünyada nice Varyemez Amcalar yaşıyor.

Paralarını yığıp seyretmekten garip zevk alan nice “paramanyak” kişiler dünyanın üzerinde dolaşıyorlar. Para adı verilen o nesneyi elde etmek için nice insanları sömüren, gerektiğinde savaşlar çıkartıp kanlar akıtan “parazalimler” var yeryüzünde.

Hep merak ediyorum, insan hesabını bile yapamadığı, sayamayacağı, hatta hepsini bir arada göremeyeceği bunca parayı ne yapar?

Uçsuz bucaksız arazilerin sahibi olan ve daha fazlasını elde etmek için insanlığından çıkmayı göze alan kişi,  sonunda bu arsaları arazileri ne yapar?

Onlarca, yüzlerce katı, evi, köşkü olan ve daha fazlasını ele geçirmek için koşturan insan bütün bu evleri ne yapar?

Çil çil altınları olan, onları nerede muhafaza edeceğini bilemeyen insan bu kızılları (Azerbaycan Türkçesinde altına kızıl deniliyor.) ne yapar?

Tostoy’un hikâyesindeki adamı şeytan yoldan çıkarıyordu. Bütün bu tamahkâr biriktirici ve yığıcıları şeytan mı kışkırtıyor dersiniz?

İyi de ne kolay kışkırtılıyor, yoldan çıkarılıyor bu insan da canım!

Sahi size ne kadar toprak lazımdı? Hiç hesapladınız mı?