OKULLARADA ÂDÂB-I MUÂŞERET DERSİ OLMALI
“Gezdim Halep Şam, eyledim ilm-i talep. Meğer ilim bir hiçmiş, illa edep illa edep.”
(YUNUS EMRE)
Akşam yorgun argın eve gelip televizyon haberlerini izlediğim zaman şok geçiriyorum. Yıllardır “düzelir” diyorum ama her gün şiddet, vahşet ve kan gittikçe artıyor. Sanki ülkemde bir şeyler yanlış gidiyor. Çocuklarımıza daha iyi bir gelecek hazırlamaları için müthiş bir çaba sarfediyoruz. Tüm maddi kaynakları çocuklarımız kullanıyoruz, çocuklarımız için adeta seferber olmuşuz. Ama bir yerlerde hata var sanki. Ruhsuz, kimliksiz ve maneviyatsız bir nesile doğru sürükleniyoruz gibi.
Çocuklarımızın hareketleri değişmeye başlamış, konuşmuyorlar, tartışmıyorlar, yorum yapmıyorlar. Gelecek endişesi ise hiç duymuyorlar. Nasıl olsa anne ve babalar onun yerine düşünüyor, geleceğini hazırlıyor. Evrensel değerleri göz ardı eden sularını bile bardaklarına koyup içmekten acizler adeta. Bir yerde bir eksik var ama ne? Bunları düşünürken son zamanlarda eğitim üzerine yapmış olduğumuz sohbetlerde eksik olan şeyin “Adab-ı muaşeret “ oldugunu çok bariz örenklerle görüyoruz.
Adabı muaşşaert nedir?
Topluluk olarak yaşayan insanların kendi aralarındaki uyumunu sağlayan ve toplumsal hayatı düzenleyen belli normlar vardır. Toplumu şekillendiren bu normlara dar anlamda terbiye ve nezaket kuralları denilirken geniş manada “Adab-ı Muaşeret” denmektedir. Adap, “edep” kökünden gelen bir kelimedir. Saygı, örf, adet, kibarlık ve zarafet gibi kavramları içinde barındırır. Muaşeret ise birlikte yaşayıp iyi geçinme anlamına gelir. İnsanları bir arada tutan ve ilişkilerini düzenleyen bu kurallara uyulmadığı takdirde herhangi bir yaptırım söz konusu değildir ancak toplum tarafından kabul görmek ve saygın bir birey olmak adına bu görgü kurallarına tarihin her döneminde riayet edilmiştir.
“Adab-ı Muaşeret” kurallarımızı ise tamamen biz bile unutmuşuz ki çocuklarımıza örnek olamıyoruz.
Şimdilerde ‘nezaket’ diye adlandırdığımız hal ve tavırlar Osmanlı zamanında toplum kuralı sayılırmış. Öyleki halkın içinde bu kuralları uygulamayanların sayısı oldukça azmış. Yolda yürümenin bile adabı varmış. Sokaklar tertemiz, insanlar saygı dolu… Yolda yürürken yere tüküren birini görmek imkânsız gibiymiş. Sokakta yürürken yere tükürürken görülen bir insanın mahkemelerde şahitliği kabul edilmezmiş. Mahkemede şahitliği kabul edilmeyen insanın tahmin edersinizki toplumda itibarı olmaz. Yolda küçük asla büyüğün önünden yürümez yol verirmiş. Bir sokaktan geçerken pencerelerin kenarlarındaki çiçekler edebe davet edermiş sokaktakileri. Penceresinde sarı çiçek olan evin önünden sessizle geçilirmiş ki evdeki hasta rahatsız olmasın. Penceresinde kırmızı çiçek olan evin önünden de edeple geçilirmiş ki evde bulunan genç kıza saygısızlık olmasın.Selam yayıldıkça sevgi yayılırmış sokaklara, mahallelere. Evlerde yüksek sesle konuşulmazdı. Bu vesile ile evlerin içindeki zarafet ve edep herkes tarafından yaşanırdı. Adap/edep konusunda çok şey öğrendiğimiz Osmanlı Dönemi’nde hemen hemen her şey ve her davranış bir nahiflik içermekteydi. Hanelerin kapı tokmakları bile ayrı bir anlam taşırdı. Büyük olan tokmak kalın, küçük olan ise daha ince ses çıkarmaktaydı. Eve gelen kişi erkek ise kalın, hanım ise ince tokmağı çalınırdı. Böylece mahremiyete uygun şekilde kapı açılırdı. Osmanlı toplumunda günlük hayat oldukça sadeydi. Ancak bu sadelik büyük bir nahifliği ve nezaketi içinde barındırırdı. Bu açıdan sadelikte kapsamlı bir adap gizliydi. Osmanlı medeniyeti ahlak ve görgünün en önemli örneklerinden biriydi. Osmanlıların edep, nezaket ve terbiye hususunda ulaştıkları seviye diğer devletler ile kıyaslanamayacak derecede yüksekti. Onlar bir zirveyi teşkil etmekteydiler. Onların adab-ı muaşeret anlayışları mükemmellik ve incelik barındırırdı. Bu anlayışı hiçbir milleti ve mezhebi ayırmadan bütün insanlığa ışık tutacak şekilde muhafaza edip nesillere aktarmayı başarmışlar ve bizler için örnek teşkil etmişlerdir. Ama biz bu derste sınıfta kaldık çünkü okularda Adabı-Muaşeret var mı? yok. Bu eksikliği maalesef çok bariz hissetmeye başladık. Öncellikle çocuğa verilen ilk eğitim yuvası olan evlerimiz ve okullarımızda bu eğitim verilmiyor. Sürekli çocuğun akademik başarıdan söz edilmesi sürekli eksiğin orda olmasını dile getirmek o kadar büyük bir yanlış ki biz çocuğumuza sorumluluklar vermezken sorumluluk alamazken çocuktan beklediğimiz akademik başarı nasıl olsun. Temelimiz eksik bizim.Temeli eksik olan bir binaya ne kadar kat çıkarsanız çıkın ilk sartınıtıda çökecektir. O kadar akdemik başarıya yogunlaşmısız ki okulda öğretmenine yapılan saygızılığı “özgüven -hakkını aramak” diye nitelendirir olduk. Önceki yazılarımda dile getirmiştim: “Aşırı özgüven insanı egoist yapar.” Egoist bireyler yetiştiriyoruz. Adab-ı muaşşertten uzak nesillerin yetiştirlmesi inanılmaz üzücü bir durum. Çocuklarımızın ilk eğitim yuvaları olan aileleri ikinci yuvaları olan okullarda kesinlikle bu dersin geri getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Biz toplumsal kuralları temelde sağlam oturtursak öğrencinin akademik anladamdaki başarısı ve hayatı boyunca yaşayacağı tüm başarılar ard arda gelecektir. Domino taşı etkisi gibi düşünebiliriz.
20 Mısır yetiştiren bir çiftçi, her yıl en kaliteli mısır ödülü alırmıs. Çiftçi, ödül aldığı mısırların tohumlarını da ekmeleri için komşularına dağıtırmış.
Bunu öğrenen bir gazeteci ropörtaj yapmak için çiftliğe gelmiş.
Gazeteci çiftçiye sormuş:
“Seninle her yıl aynı yarışmaya giren komşularına kaliteli tohumlarından vermeyi nasıl göze alabiliyorsun?”
Çiftçi cevap vermiş:
"Yoksa bilmiyor musun? Rüzgar, olgunlaşan mısırlardan polenleri alır ve tarla tarla dağıtır. Eğer komşularım kalitesiz mısır yetiştirirse çapraz tozlaşma sonucu her geçen yıl ürettiğim mısırın kalitesi düşer. Eğer kaliteli mısır yetiştirmek istiyorsam, komşularıma da kaliteli mısır yetiştirmeleri için yardım etmeliyim."
Yaşamlarımız da böyledir. Hayatlarını anlamlı ve iyi bir şekilde yaşamak isteyenler başkalarının hayatlarını da zenginleştirmelidir. Bir yaşamın değeri dokunduğu hayatlarla ölçülür ve mutluluğu seçenler başkalarının mutluluğa ulaşmasına yardım etmelidir.
Bizler güzelleştikçe güzelleşir toplum, bizler duyarlı davrandıkça duyarlı olur. Birine yol vermek, büyüğe saygı duymak, edeple oturup edeple kalmak… Adab-ı muaşeret bizlere yabancı değil. Sadece biraz hatırlamaya ihtiyacımız var. Hatırlamak ve hatırlatmak dileğiyle.
Sağlıcakla kalın.