MUHTEŞEM KANDIRMACALAR! KARŞISINDA HAREM GERÇEĞİ

Abone Ol

MUHTEŞEM KANDIRMACALAR! KARŞISINDA HAREM GERÇEĞİ

Değerli okuyucularımız; bugüne kadar harem hakkında çok şey söylendi, çok şey yazıldı, çizildi. Oysa zihnimizde oluşturulan harem imajı gerçeğinden çok farklıydı. Harem diye yıllarca Batılı oryantalistlerin, yazarların, diplomatların fantezilerini okuduk. Hiç giremedikleri padişahın evini kendi hayalleri ile süsleyen bu yazar-çizer takımı bizlerin hareme bakışını yüzyıllardır etkilerken buna bir de “resmi” çarpıtma eklendi. 

Bugüne kadar harem, Batı'nın bildiği değil; öyle olmasını istediği, büyülü, egzotik bir kurum olarak karşımıza çıktı. Yani hayal mahsulü, belgelere dayanmayan bir yer. Belgelere dayanması çok zor; çünkü padişahın özel evi olan hareme hiç bir yabancının alınması mümkün değildi. Bu nedenle bugün bile harem diye, Doğu'ya seyahat eden Avrupalı seyyahların, diplomatların fantezileri ile karşı karşıyayız.

Türkiye'nin yetiştirdiği ve bütün dünyada tarihçilerin piri olarak kabul edilen Prof. Dr. Halil İnalcık da Batılıların harem hakkındaki tasvirlerini "hayal ve fantezilerle dolu" olarak tavsif ediyor.

Geçtiğimiz yıl piyasaya, "İslam Hukukunda Kölelik Cariyelik Müessesesi ve Osmanlı'da Harem" adlı kitap çıkartan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz de cumhuriyet döneminde, harem konusunun saptırılarak anlatıldığını söylüyor.

Araştırmacı Yazar Nezih Uzel harem hakkında ilk bilgilerin, İstanbul'da İsveç sefareti görevlisi olan Muradja d'Ohsson'un kitabında yer aldığını söylüyor. Yazarın 1791 yılında yayınladığı "Tab le au general de l'Empire Ottoman; Osmanlı İmparatorluğu'nun genel tablosu" adını taşıyan ünlü eserinin yedinci cildinin bir bölümünü hareme ayırmış olduğunu belirten Uzel, bu eserin meşhur tarihçi Hammer'in de kaynaklarından olduğunu belirtiyor..

Osmanlı yazarları içinde harerne ilk giren ve en sağlam bilgileri veren son Osmanlı vakanüvisti Abdurrahman Şeref Bey'dir. Bu yazar 1908 ihtilalinde 2. Abdülhamid’in tahtan indirilmesinden sonra haremi tetkik imkânı bulmuş ve padişahlar, binalar, kadınlar, cariyeler, şehzadeler ve sultanlar hakkında makalelerini 1910-11 yılları arasında "Encümen-i Daniş" mecmuasında yayınlamıştı. Yine Mecelle yazarı, hukukçu, tarihçi ve aynı zamanda sosyolog olan Ahmet Cevdet Paşa'nın harem ve padişahlar hakkında verdiği bilgiler de dikkate değer niteliktedir.

HAREM NERESI?

Osmanlı Harem Dairesi, Topkapı Sarayı'nın üç bölümünden bir tanesi. Birinci bölüm, Birun yani dış saraydır. Sancak-ı Şerifin bulunduğu Akağalar Kapısı'na kadar olan ve geniş bir bahçesi bulunan kısımdır. Burada ilk dönemlerde Sadr-ı Azam'ın bakanlar kurulu demek olan Divan-ı Hümayun vesaire bulunur. İkincisi ise Enderun'dur. Bu da iç saray demektir ve Enderun Mektebi, genelkurmay ve padişah köşkü gibi kısımları vardır. Üçüncüsü ise padişahların evleridir. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'ün ifadesi ile "Bugün bir memurun ancak lojman olarak kabul edebileceği yerlerde Osmanlı padişahları kalabalık aileleri ile birlikte olmuşlardır. Padişahların kaldığı bu lojmanlara İslam'ın hükümlerine göre yabancı erkekler ve başkalarının girmesi yasak olduğundan dolayı Harem-i Hümayun denmiştir.

HAREMİ YÖNETENLER

Haremin başı valide sultandır. Padişahın annesidir. Valide sultan ham "Ustalar ve Kalfalar" aracılığı ile yönetir. Valide sultan ile hükumet arası da "Kızlar Ağası vardır.

Ak veya kara harem ağaları ve harem kapısını bekleyen Bab us Sade Ağası da Kızlar Ağasına bağlıydı Haremde hizmet gören ustaların listesi şöyledir: "Hazinedar usta, çeşnigir usta, çamaşır usta, ibrikdar usta, vekil usta, kethüda kadın, saray usta, Kanbe usta, hastalar ustası, ebe, sütnine, dadı.

Haremde ayrıca, bulundukları dairelerin işlerini gören kalfalar vardır. Haremi teşkil eden bütün kadınlar gibi onlar da cariyelikten gelmedir; ancak ustalara oranla daha yüksek mevki sahibidirler.

Harem konusunda en fazla vurgunculuk yapılan husus cariye meselesidir. Cariyelerin hepsini aynı statüde, yani hepsini 'cinsel obje' olmaktan başka bir şekilde görmeyen bir bakış açısıyla irdelenen Osmanlı Harem'inde cariye sayısı hep abartılı söyleniyor.

Meşhur tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık'a göre "Osmanlı toplumunda cariye sadece "cinsel obje" olarak görülmemiştir. Hali vakti yerinde olan herkesin bir veya birkaç cariye sahibi olduğunu kadı miras listelerinden öğreniyoruz. Ailenin bir ferdi gözü ile bakılan cariyelerin, ev hizmetlerinde olduğu gibi ekonomik hayatta da önemli yeri vardı.

NE DEMEK IÇ OĞLAN?

Harem konusunda yapılan tezviratın ayaklarından biri de iç oğlan meselesidir. Harem mevzuunda en kapsamlı ve en yeni belgeleri kullanarak hazırlanan Osmanlı'da Harem kitabının yazarı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, kitabının müstakil bir bölümünü iç oğlan meselesine hasretmiş. Akgündüz bu meselenin de çarpıtılarak aktarıldığını vurguluyor. "İç oğlan Enderun'da yani iç sarayda çalışan genç görevlilere denmektedir. Ayrıca Yeniçeri Ocağı'nda bir grup için de bu tabir kullanılır. İç oğlan' bir terimdir. Oğlan denmesi genç çocuk anlamındadır."

Ahmet Akgündüz yaptığı araştırmalar sonunda iç oğlan meselesinde çeşitli iddiaların tam bir iftira olduğunu gördüğünü, iç oğlanların haremde değil Enderun'da ve Hırka-i Saadet ve diğer mukaddes emanetlerin bulunduğu Has Oda'da da görev yaptıklarını söylüyor. Akgündüz "Hadisenin mahiyetini bilip de, bir de iftirayı duyunca titrememek mümkün değil" diyor.

ÇIPLAK RESİMLER, UYDURMA!

Haremle ilgili sık sık yayınlanan çıplak resimlerin aslı esası olma Batılı yazar ve çizerlerin fantezilerden ibaret olduğu çeşitli araştırmalar tarafından ifade ediliyor. Harem konusunda önemli eser veren Çağatay Uluçay şöyle diyor: "Türkiye'yi ziyaret eden seyyahlardan çoğunun Türkçe'yi bilmemeleri, Hıristiyan oldukları için azınlıklarla düşüp kalkmalı ve onların verdikleri çok zaman hakikate uymayan malumatı en ufak tetkik süzgecinden geçirmeden kitaplarına kaydetmeleri, onları fahiş hatalar yapmaya sürüklemiştir. Seyyah ve ressamIarın bizler hakkında verdikleri hükümlerin, yaptıkları resimleri yazdıkları kitapların ne dereceye kadar doğru olacağını siz düşünün hükmünüzü verin." (Uluçay, Harem'den Mektuplar, ll)

HAREMIN KURALLARI

Haremin kurallarını padişahları bile bozamıyordu. Sıkı kuralları bakımından 'kadınlar Manastır’ına benzettiği harem için İnalcık şöyle konuşuyor: "Gelen cariye bu örgüt içinde sıkı bir disiplin altında uzun bir eğitimden geçirildikten sonra padişaha taktim edilebilir. Harem örgütünü ve kurallarını İslam hukuku ve hanedan siyaseti belirlemekteydi. Bunun yanında ikinci faktör Osmanlı kul sistemidir. Bu sistem Osmanlı merkeziyetçi devlet sisteminin temel kurumudur. Enderun’da ve birun dış hizmetlerde padişaha mutlak biçimde bağlı görevliler yetiştirmek için her türlü aile kavim ve kabile bağlarından kopmuş kul ve cariyeleri kullanmak sistemin esasıdır. Harem cariye örgütü, kul sisteminin tamamlayıcısıdır. Cariyelerin çoğunluğu saraydan çıkarılarak beylere ve vezirlere zevce olarak verilirdi. Böylece vali ve kumandanların saray dışındaki vilayetlerde yerli aile ve hanedanlarla akrabalık kurmaları önlenmiş oluyordu. Bu gibi yerel ilişkilerin merkeziyetçi mutlak idare için tehlikeleri meydandadır."

Saraya yeni alınan esir kıza acemi deniyor. Bu ilk zamanlarında kendine Müslümanlık ve Türk İslam adetleri ve adabı, ibadet vb. dini malumatlar, dikiş-nakış, hanendelik, sazendelik, hikâye anlatma sanatı gibi sanatlar öğretilirdi. Böylece yetişen acemi, cariyeliğe yükselirdi. İnalcık Hoca'nın kaydettiğine göre "Esnaf dili ile şagirt olur, sonra kalfa ve usta derecelerine geçer; gedikli denir. Cariyeler, iki geniş odada yan yana yatarlar, her beş kızın arasında yaşlı bir kadın yer alırdı. Gedikli doğrudan doğruya padişah hizmetine verilir, onun haremde yemek, çamaşır ve benzeri hizmetlerine bakardı. Hünkârın yatağına aldığı gedikli 'ikbal' veya haseki adıyla anılırdı. Bunlardan padişahın gözdesi olan haseki, padişahın kadını olurdu. Kadın efendiler, baş kadın, ikinci kadın diye sıralanırdı. Padişahın zevcesi sayılan kadına bir daire ayrılırdı ve yüksek gündelik tayin edilirdi. Çocuk doğuran haseki ayrıcalık kazanırdı. Bu sistem içinde her cariyenin belli bir maaşı ve giysisi vardı.

AHLAK MEKTEBI HAREM

Tarihçi İlhan Bardakçı da, hareme Tanzimatçı kafa ile bakıldığı için çarpık görüldüğünü belirterek "Tanzimat kafasının tarif ettiği harem yoktur. Yoktur ama biz İslam tohumu ile yetişen çocuklarımıza, harem düşmanlığı verirken kendimizi kurşunlamışız. Türk haremi bir mübarek manadır. Batı'nın insan babası haremlerini incelemek yerine bizim gül kokulu, ahlak mektebi olan haremlerimizi onlarla kıyaslamışızdır' diyor. Çağatay Uluçay da Harem kitabında, haremin halifenin evi olduğunu ve bu evde herkesin ibadetini yapması, Kur'an okuması gerektiğini belirttikten sonra herhalde bu düşünceden dolayı okuma- yazma bilinmesinin zaruri olduğunu vurguluyordu. Uluçay eserinde şunları söylüyor: "Gerçekten padişah kadınları okuma yazma biliyorlardı. Hemen hemen hepsinin odasında bir kitaplık vardı. Bunların, çoğu zaman günlerini okumakla geçirdikleri sanılıyor. Okumanın yanında müstait cariyelerin bazı müzik aletlerini çalmayı, şarkı söylemeyi, oyun oynamayı öğrendikleri de kesindir. Bunların dışında cariyeler, dikiş dikmesini, dantel işlemesini, örgü örmesini de iyi biliyorlardı. Bunları, bu gün onlardan bize kalan eşyalardan ve elbiselerden görüp anlayabiliyoruz. Bu sebeple harem bir kültür okulu ve nezaket yuvası olarak karşımıza çıkmaktadır. Eski saraylılar, acemilere 'Sarayda terbiye olmayan hiç bir yerde terbiye olamaz, burası terbiye mektebidir' diye korkuturlarmış."

HAREMDE RAMAZAN

Osmanlı'da harem hayatı içinde "ramazanın özel bir yeri olduğu anlaşılıyor. Müslümanların halifesinin sarayında Ramazan'ın nasıl karşılandığı, 2. Abdülhamit'in kızı Ayşe Sultan'ın, 1960'ta yayınlanan "Babam Abdülhamit" isimli kitabında şöyle anlatılıyor: "Sarayda ramazanlar çok güzel olurdu. Bir hafta evvel hazırlık başlardı. Temizlik yapılır, kiler-i hümayundan bütün dairelere büyük sürahiler içinde türlü şuruplar, birçok iftariyeler gelirdi. Ramazanın ilk gecesi bütün dairelerin sofalarına altın yaldızlı kafesler kurulur, harem ağalarıyla bir imam, iki güzel sesli müezzin gelirdi. İlahiler okunarak namaz kılınırdı. Gece kapılar açılır, sahur tablaları girer, top atılıncaya kadar herkes ayakta kalırdı. Öğle üzeri de her daireye bir hoca gelir, vaaz verirdi. Akşam topla beraber zemzem-i şerifle oruç bozulur, iftar takımları hazırlanır, buzlu limonatalar, şuruplar içilirdi... Sarayın harem dairesi, ramazanda adeta cami haline girer, herkes ibadetle vakit geçirirdi..."

Velhasıl kelam: Türk haremi bir mübarek manadır. Batı'nın insan babası haremlerini incelemek yerine, bizim gül kokulu, ahlak mektebi olan haremlerimizi onlara kıyaslamışızdır. Tanzimat kafasının tarif ettiği harem yoktur. Y oktur ama biz İslam tohumu ile yetişen çocuklarımıza, harem düşmanlığı verirken kendimizi kurşunlamışızdır.

Biz hanımlarımızı, kalabalık önünde teşhir etmeyecek kadar Türk İslam muhafazakârlığının güzelliğine vurgunuz. Ama olmaz diyenler, şu pek önemli ilerici devrimcilerimiz. İçin, kadın hala harem dedikodularının malzemesidir. Peki, harem nedir? Onlara sorarsanız, Avrupa'nın bize kindarlığının hikâyeleri doğrudur. Harem bir insan harası örneğidir. Milyon kere estağfurullah.

Biz Tanzimat'tan sonra haremimizin ne olduğunu kendi kaynaklarımızdan değil, Batı'nın dağarcığından öğrenmeye merak sarmışızdır. Ne hata..

Fetihten sonra kurulan saray haremimizin yıkılışına kadar geçen beş yüz yıllık zaman süresince aşk ve beden söylentisine rastlayamazsınız. Bu haber sızmasın diye alınan tedbirlerden değil. Haremde, sefahat ve yatak kokan maceralar olmadığı için.

Sadece saray hareminde değil, konak ev ve hatta kulübe haremlerimizde bile bir başka asalet, bir başka fazilet, bir başka kadının gölge hâkimiyeti vardır. İnkârcılığımız, güzelliğimizi idrakimize mani olmuştur. Aslında haremlik, selamlık ayrımı, ev hayatının kadın erkek bünyesinin güçlülük ve zayıflığına göre meydana gelmiş harikulade bir dengesidir. 

HAREM SADECE KUTSAL MAKAM, GİZLİLİK DEĞİL, AMA AİLENİN SOYSUZLAŞMASININ ÖNLENDİĞİ TÜRK İSLAM İHTİŞAMI DEMEKTİR.

BİZİM HAREMİMİZ GÜL KOKULU, FESLEĞEN RAYİHALI, FAZİLET KÖŞELERİMİZDİR. "