Adına ister ‘kongre’, ister ‘parlamento’, ister ‘meclis’ densin bu müessese, ait olduğu toplumun mükemmel bir aynasıdır.
Kongre (congress), sözcük olarak hem ‘bir araya gelmek’, hem ‘birlikte yürümek’, hem ‘karşı karşıya gelmek’, hem de ‘birlikte seks yapmak’ anlamlarına gelir. Latince ‘con’ eki, ‘birlikte’ anlamı verir. Sonundaki ‘s’leri biraz peltek telaffuz edebileceğimiz ‘gress’ kökü Latince’de ‘yürümek, adım, gitmek’ gibi anlamlara gelir. Örneğin başına ‘ileri’ anlamındaki ‘pro’ ekini eklediğimizde elde ettiğimiz ‘progres’ ilerlemek, ileriye yürümek anlamına gelir. Agresif ise muhalife doğru yürümektir. Bu durumda da ‘regresif’, erkekliğin onda dokuzu oluyor.
‘Kongre’nin İngilizce’de seksüel bir araya gelme anlamında kullanımına ise 1580’li yıllarda bile rastlamak mümkün. Bugün argoda hala bu anlamda kullanımı mevcuttur. Victor Hugo’nun, ‘’Kongrenin ne yaptığı umurumda bile değil. Sokakta yapıp atları ürkütmedikleri sürece…’’ sözü de bu anlama güzel atıftır.
Kongrenin, ‘delege toplantısı’ anlamında ilk kullanışına ise 1670’lerde rastlanıyor. Kelimeyi politik literatürde ünlendirenler ABD’nin kurucu babaları oldu.
‘Parlamento’ sözcüğü ise, ‘konuşmak’ anlamındaki ‘parler’ fiilinden geliyor. Portekizce, ‘konuşma’ anlamına gelen ‘palavra’ gibi. ‘Parler’ ve ‘palavra’nın kökeni, Latince ‘parabola(kelimeleri dışarı atmak)’ kelimesidir. Sözcüğün kökü olan ‘ballein’ kabaca ‘atmak’ anlamına gelir diyecem 'hah şimdi tam oldu' diyeceksiniz. ‘Blem’ , ‘bol’ ve ‘parl’ bu kökün çocuklarıdır. Örneğin, ‘problem’ dediğinizde ‘öne, ortaya bir şey atmış’ oluyorsunuz. ‘Parable’ dediğinizde birbiriyle kıyas edebileceğiniz iki şeyi ortaya atmış oluyorsunuz. ‘Sembol’ ise sözcük olarak ‘iki şeyi birlikte atmak’ anlamına geliyor. Parlamentoların bolca 'palavra' yani 'laf' atıldığı bir yer olmasını açıklayan da belki budur.
‘Meclis’ kelimesi ise Arapça ‘oturmak’ anlamına gelen ‘cls’ kökünden gelir. Biz görülen işi 'oturum' sayısı üzerinden hesaplarız.
Yasama erki ile ilgili isimlendirmelerin etimolojik kökenlerinin hepsinin, bu organın günümüzdeki iş ve eylemlerini açıklayan yönleri olması kabul edelim ki eğlenceli. Tıpkı ‘yasa’ ve ‘yasak’ın aynı kökten gelmesinin, bir toplumun ve devletin zihinsel yapısında 'yasama'dan ne anladıkları hakkında ipuçları taşıması gibi…
Ancak parlamentoların sadece isimlendirmeleri değil, binaları da, bize o ülkenin soyal, kültürel, politik zihin haritası hakkında çok şey anlatabilir.
Örneğin normal bir demokraside bir başkentin en görünen en heybetli binasının parlamento binası olması gerek. Çünkü parlamento binası ulusun ve o ulusun kendi kaderi üzerindeki egemenliğinin sembolüdür. Türk parlamento binasının bu anlamda sembolik önemi olduğunu söylemek zor. Sokağa çıkıp, 100 kişiye ‘kabataslak TBMM binasının şeklini çizin’ desek şekli tutturabilecek kaç insan vardır. Oysa çoğumuz, fotoğrafını görür görmez, beyaz kubbesiyle ABD Kongre Binasını (Capitol) ya da İngiliz Parlamento binasını (Westminster Sarayı) tanırız. Türk parlamento binası irice ama alelade bir devlet binasıdır. Bu yüzden birçok Batı ülkesinin aksine bizdeki parlamento haberlerinde parlamentonun binası haber fotoğrafı olarak kullanılmaz.
Üç tarafı devletle çevrili TBMM halktan kopuk
Türkiye Büyük Millet Meclisi, dünyada halktan en kopuk parlamento binalarından birine sahip. Üç tarafı devletin ‘kolluk’ güçleriyle çevrilidir. Bir tarafında Genelkurmay Başkanlığı, bir tarafında Jandarma Genel Komutanlığı, bir tarafında Emniyet Genel Müdürlüğü, bir tarafında da Kara Harp Okulu ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı olması demokrasimiz hakkında çok şey anlatıyor. Vatandaşa açık kalan tek tarafına ise 1990’ların sonunda ‘hendek’ kazıldı.
Türkiye’yi bir yana bırakalım, Ankara’da yaşayanların bile kaçta kaçı dışarıdan ya da içeriden TBMM binasını görmüştür? İnsanlar korkar genelde bu binaya yaklaşmaya. Washington DC’de büyük kitlesel gösterilerin kürsüsü Kongre Binasının merdivenlerine kurulur. Martin Luther King Jr. 1963 yılında ‘Bir Hayalim Var’ konuşmasını o merdivenlerde yüz binlerce protestocuya yaptı. 2013 yılında TBMM’nin avlusunda böyle bir gösteri hayal edebilir misiniz?
Dışı beni, içi sizi yakar bilirim. Parlamentoların sadece konum ve dış görünüşleri değil, genel kurul salonlarının şekli de çok şey anlatır. İkinci Dünya Savaşı sırasındaki bombalamalarda İngiliz Avam Kamarası’nın genel kurul salonu yıkılınca Churchill aynısını yeniden yaptırdı. Meşhur birbirine bakan iki tribün modelini muhafaza etti. Sadece ebadını biraz küçülttü. Çünkü böylesinin daha samimi olacağına ve ‘kalabalık ve ivedilik hissi yaratacağına’ inanıyordu. Dünyadaki birçok parlamento genel kurulu, at nalı şeklinde dizayn ediliyor ve milletvekillerinin birer masası var. ‘’Önce biz binalarımıza şekil veririz, sonra da binalarımız bize’’ diyen Churchill, bunun milletvekillerini uyuklamaya, salonun boş görünmesine neden olacağını ve verimi düşüreceğini savunuyordu. Parlamento genel kurulu, müzakere ve işbirliğini teşvik edecek bir atmosfere sahip olmalıydı.
Geçtiğimiz günlerde, CHP Muğla Milletvekili Nurettin Demir, TBMM Genel Kurul Salonu'nda ''turuncu'' renk hâkimiyetinin insanı ''kime saldırayım'' duygusuna kaptırdığını söylemiş ve espri konusu olmuştu. Oysaki, haklıydı. Binalarımızın psikolojimiz, zihnimiz üzerindeki etkisi tahminimizden fazla. Örneğin, kürsünün etrafındaki geniş alanın da ayakta toplanmaya sağladığı imkanla fiziki kavgaları kolaylaştıran fonksiyonu görmezden gelinemez.
Elbette ki kavgaların tek sebebi turuncu koltuklar ya da kürsü önündeki ‘er meydanı’ değil. ABD Temsilciler Meclisi kürsüsü önünde de alan var ama bugünkü çok keskin politik kutuplaşma ortamında bile iki ABD milletvekilinin fiziki kavgaya tutuşacağını düşünmek çok zor. Bizde kavgasız gün neredeyse yok. Çünkü duygu ve düşüncelerini sözcüklerle ifade edebilecek nitelikte milletvekili sayısı hala çok az. Duygularını sözle ifade edemeyen, kavga ya da küfre başvuruyor.
Çoğu kavganın sebebini anlamakta bile zorlanıyorum. 1940’lı yıllarda ABD Temsilciler Meclisi’ne gözlemci olarak katılan Rus temsilci, Boris Marshalov, ‘’İlginç bir yer. Bir kişi kürsüye çıkıyor ve sonuç itibarı ile hiçbir somut şey söylemediği bir konuşma yapıyor. Konuşmayı kimse dinlemiyor. Ve dinlemedikleri bu konuşma sonunda, konuşma hakkında derin görüş yarılığı yaşıyorlar’’ gözlemini paylaşmış. Günümüzdeki TBMM’ye gelse kim bilir ne hissedecek…
Bizde çıkan kavgalara da, kendinde, milletvekillerini, ilkokul çocuklarını azarlar gibi azarlama yetkisi gören ‘başkan’lar müdahale eder. Gerçek bir demokraside Meclis’in ‘başkanı’ olmaz, sözcüsü olur. Bu nedenle de ABD ve İngiliz sisteminde Meclis Başkanı yoktur, Meclis Sözcüsü (Speaker) vardır. Çünkü milletvekilinin üstünde bir irade olamaz.
'Seni ben milletvekili yaptım'
Ancak milletvekilinin iradesinin saygı görmesi için de ortada gerçek anlamda bir ‘milletvekili’ olması gerek. Türkiye’de milletvekillerinin, grup yönetimlerinden izin almadan, kürsü için söz hakkı isteyemeyeceğini, kendi başlarına basın açıklaması yapamayacağını, televizyon programlarına çıkamayacağını, yasa teklifi veremeyeceğini anlattığım yabancı arkadaşlarım inanmayıp şaka yaptığımı sanıyor. Ankara’da bir ortamda, bir parti liderinin, bir milletvekiline, ‘seni milletvekili yaptım, hala konuşuyorsun’ fırçası attığı sözünü duyduğumda şaşırmıştım. Beni daha çok şaşırtan ise bu söze şaşıran tek kişi olmamdı. Çoğu kişi o parti liderine hak verdi. Çünkü bizde milletvekilleri resmen olmasa da parti lideri tarafından fiilen atanmış insanlardır. ‘Halkın desteğiyle’ milletvekili olduklarını söylemek gerçeği tam yansıtmıyor.
Bu nedenle de politika ve çözüm üreten, yasa yapan merci fiiliyatta TBMM Genel Kurulu değil. Örneğin bir ‘yargı paketi’ söz konusu olduğunda kimse TBMM'deki görüşmelere, orada yapılacak müzakerelere ve bu tartışmalardan çıkacak sonuca kilitlenmiyor. Herkes, iki-üç kurmay bakanın, başbakanla toplantısından çıkacak yasa taslağına’ bakıyor. Çünkü herkes biliyor ki bu taslak, üç aşağı beş yukarı yasa metnidir. Milletvekilleri ne düşünürlerse düşünsünler, grup yönetimlerinin vermelerini istedikleri oyu verecek. Milletvekillerine kalan ise akşam haberlerine malzeme olacak ‘laf atmalar’, ‘küfürleşmeler’. Doğrusu TBMM Genel Kurulu’ndaki tartışmaların ülkenin gidişatına etkisi, karı-koca tartışmalarında kapıyı vurup gitmenin, tartışılan konuyu çözmedeki etkisinden fazla değil. Kısmen gazı alsa da sonuçta hiçbir şey çözmüyor.
Fakat bizim milletvekillerimiz bütün bunlardan rencide olmaz. Trafik polisinin ehliyet ruhsat sormasından rencide olur. Kendilerini önemsiz hissetmesinler diye de arada ayrıcalıklı ‘’özlük hakları’’ verilir.
Elbette, dünyada milletvekillerinden memnun, onları başarılı bulan tek bir ülke yok. Ama bu demokratik başarısızlığın da ülkeden ülkeye değişen dereceleri var sonuçta. Bu dereceyi belirleyen ise toplumsal kalitedir. Dolayısıyla manzaradaki bütün çarpıklığı milletvekillerinin ‘şahsına’ ya da muhalifi olduğumuz tek bir partinin ‘kimliğine’ mal etmek, rahatlatıcı olsa da çok yanıltıcı.
Meclis ülkenin aynası. Bu aynadaki rahatsız edici gerçekler hepimize ait.
t24.com.tr