MÖ 7000 bin yılında dünyanın en kalabalık 3 şehrinden ikisi bugünkü Ürdün’de biri ise Anadolu’daydı. Çatalhöyük’ün o tarihte nüfusu sadece 1000 kişiydi. Bin yıl sonra MÖ 6000 yılında ise Çatalhöyük’ün nüfusu tam 3 kat artacak ve 3000’e ulaşacaktı. Sonraki 8 bin yılda nüfusu 1 milyonu aşan birkaç şehir oldu ama insanlığın büyük bölümü kırsalda yaşamaya devam etti. 19’ncu yüzyılda sanayi devrimi ile beraber bu alanda dev bir sıçrama yaşandı. 19’ncu yüzyılın ortalarında Londra nüfusu 2 milyonu aşan ilk şehir oldu. 20’nci yüzyıla girilirken Londra’nın nüfusu 5 milyonu geçmişti. Ve 20’nci yüzyıl tam bir şehir patlamasına sahne oldu. İnsanlık tarihinin en büyük en kitlesel göçü başladı. Dünyanın dört bir tarafında dev kentsel yığınlar ortaya çıktı.
Bugün sadece Pakistan'da 8, Meksika'da 12 ve Çin'de tam 100 tane ‘’milyonluk’’ şehir var. Birlemiş Milletler’e göre şehre göç bugünkü hızda sürerse, 2050 yılında dünya nüfusunun yüzde 70’i kentlerde yaşıyor olacak.
Köyden kente göç patlamasının bir numaralı itici gücü ‘ekonomi’ oldu. Tarım teknolojisinin daha az insana ihtiyaç duyacak şekilde gelişmesi ile sanayileşme ve yaygınlaşan hizmet sektörünün şehirlerde daha fazla iş imkanı doğurması yığınları kentlere çeken en önemli neden. Şehirlerde kırsal kesime göre çok kaliteli alt yapı hizmetleri var. İş dünyası da, nitelikli iş gücü, alt yapı hizmetleri nedeniyle üretim tesislerini şehirler çevresinde kuruyor. Şehirlerde düzenli geliri ve düzenli boş vakti olan insan yığınları doğarken bu da, tiyatro, eğlence, sinema, spor ve restoranların sayısını artırdı. Trend uzmanları bütün bu pozitif ve zincirleme gelişme sürecine ‘Urban agglomeration(Kentsel yığılma)’’ adını veriyor.
Ancak dünyanın büyük bölümünde şehirleşme bu şekilde sağlıklı ve nitelikli gerçekleşmiyor. Londra, Paris, New York ya da Berlin’de gerçekleşen ‘agglomeration’ ile Mumbai, Mexico City, Yeni Delhi, Şanghay, Kalküta, Karaçi, Kahire, Manila, Lagos, Cakarta, gibi dünyanın en büyük kentsel yığınlarındaki ‘agglomeration’ niteliği çok farklı. İkincilerdeki niteliksiz ‘agglomeration’, on milyonlarca insanı, elektrik, temiz su ve internet gibi temel hizmetlerden yoksun dev gecekondu mahallelerine mahkum ediyor.
Büyük şehirlerde yaşamanın pozitif getirileri gibi maliyetleri de var: Suç, gürültü, bulaşıcı hastalıklar, betonlaşma, yeşilden ve topraktan yoksunluk, yüksek geçim maliyeti, trafik, korkunç bir hızla sürekli yükselen emlak fiyatları… Geçtiğimiz aylarda medyada yer alan haberlerde de görüldüğü gibi, Avrupa karasının kırsal kesiminde dev bir şatoyu satın almak, New York veya Londra’da bir apartman dairesi satın almaktan çok daha ucuz olabiliyor. Ancak insanlar, büyük şehirlerin sağladığı olanaklar karşısında bu maliyetleri göze alarak şehre göç edegeldiler.
Peki bu trend, köylerde veya kırsal kesimde kimse kalmayıncaya kadar devam mı edecek? Tarih boyunca düz bir çizgide ilerleyen tek bir ekonomik trend bile yok. Ülkeler zenginleştikçe, alt yapı hizmetleri, internet, su, yüksek kaliteli ulaşım hizmetleri de ülkelerin kırsal kesimlerine de yayılmaya başlıyor. Bu da kırsal kesimde yaşamın niteliğini değiştiriyor. Ama son 20 yılda ortaya çıkan yeni bir fenomen kırsalın binlerce yıllık makus talihindeki en önemli değişimi temsil etmeye başlıyor. İnternet insanlığın en büyük trendlerinden birini sarsıyor. Çünkü internet, insanlara, şehirde fiziksel olarak bulunmadan, şehrin birçok olanağından yararlanma fırsatı sunuyor. Bir dağ köyünde yaşayan biri bile internet bağlantısı varsa, ‘agglomeration’un parçası olabiliyor. Bugün bir çok ülkede köylerde, kasabalarda, ilçelerde yaşayanlar da, şehirde üretilen güzel ürünleri, internet üzerinden sipariş ederek ertesi gün kapısında bulabiliyor. Fikirlerini dünya ile paylaşabilip, dünyada üretilen tüm fikirleri takip edebiliyor. Hatta internet üzerinden çok kaliteli eğitim olanağı bile bulabiliyor. Sosyal medya aracılığıyla dünyanın her yerindeki insanlarla iletişim kurup fikir alışverişinde bulunuyor. İnternet sayesinde dünyadan habersiz kalmamakta, politik süreçlere müdahil olabilmekte.
İnternetin yanı sıra, rüzgar ve güneş enerjisi üretimini pratikleştiren teknolojinin ilerlemesi ve özellikle de üç boyutlu yazılımın (3D printing) evde üretim olanağı getirecek şekilde gelişmesinin dünyada yeni bir merkez-kaç eğilim çağı başlatacağını öngörenlerin sayısı hiç de az değil.
Bugün özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde kırsala göç trendi henüz bireysel boyutta olmasa da başlamış durumda. Bir çok insan, şehrin gürültüsünü, dar ve pahalı yaşam koşullarını, suç ve hastalıkla dolu ortamını terk ederek, kırsal kesimde daha ucuz daha kaliteli daha doğal yaşama taşınıyor. Üstelik de internet sayesinde kentteymiş gibi yaşamaya da devam ederek… Bu trend, her gün daha fazla firma internet üzerinden ticarete yöneldikçe, diğer ülkelere de yayılıyor.
İnsanların evlerinin bir odasını başka ülkelerden insanlara günlük kiraladığı iş sistemine dayanan Airbnb’nin kurucu CEO’su Brian Chesky, geçtiğimiz günlerde Aspen Ideas Festival’de, ‘köy’ün yeniden sahneye çıktığına dikkat çekmiş ve ‘’Makro düzeyde baktığımızda sonunda köye geri döneceğiz ve kalan şehirler de yeniden ‘mahalle/cemaat’ kültürünün yükselişine sahne olacak’’ diye konuşmuştu.
Bütün bunlar, BM’nin 2050 öngörüsünün gerçekleşmeyebileceğinin, 20’nci yüzyıl boyunca patlayan köyden şehre göç hızının yavaşlayabileceğinin ilk işaretleri olabilir... Ve hatta kimbilir, belki de kentten köye göç çağının başladığının…