Özgürlük mücadelesinin başlangıcından, birlikte yaşama modeline kadar, Gever kent bileşenleri onurlu bir mücadele tarihi yarattılar.

Kabul ederiz/etmeyiz bu gerçek tüm çıplaklığı ile ortadadır. Tüm kent yaşayanları, diğer canlılar, bitkiler, doğa, su, dağlar hep yek vucüt onurlu, yılmaz, direniş örneği sergiledi ki pek çok övgü pek çok da yergi aldı…

Öyle ki; bazen sadece Geverli - Yüksekovalı demek bile linç edilmeye bazen de çok naif ve nezaketen ağırlanmaya vesile oldu…

Yapılanı bir övgü ya da yergi meselesi olsun diye yapmadı şüphesiz kimse, amaç yaşanabilir bir şehir, bir ülke hatta bir dünya yaratmaktı.

Eşit koşullarda iş gücü, emek üretimi yüceltecek ve haksızlıklara maruz kalmayacak bir hayata kavuşmaktı tüm mesele.

Kentçi, modern bir hayat oluşturmak, yerel güçlerin programları seçim vaatlerinin ötesine gidemedi bir türlü.

Artık sineye çekecek zaman da kalmadı.

Kent merkezinden geçen derenin üstüne gelip bir bakmak yetiyor aslında. Gever kentinin içinde bulunduğu açmaz ve hizmetteki ertelenmişlik diz boyu olarak karşınıza çıkacaktır.

Öyle yüksek bir sesle karşınıza çıkacaktır ki kulaklarınız sağırlaşacaktır. Koku öyle böyle değil. Resmen keskin, resmen lağım, resmen insan dışkısı…

Yetmemiş, rastgele atılmış çöpler var dere yatağında, kontrolsüz büyüyen kent dokusuna hiçbir katkısı olmayan imarın, müdahale etme şansı da kalmamış…

Her gelenin dere yatağını kendi malı gibi daraltmış olması geçmiş bir talanın iz düşümüdür.

En ve en önemlisi oradan akan tatlı su rezervini kendi elimizle zehirledik hem de her zerresine kadar. Zehirlediğimiz suyu içen bitkilerden evcil hayvanlar istifade ediyor. Ayrıca aynı hayvanlar o sudan besleniyor. Toprağa karışan suyu da saymıyorum.

İşte o zehirli suyu içip yetişen bitkiler zaman zaman köprübaşına getirilip bize satılan bitkilerin ta kendisidir. Etini, sütünü, yoğurdunu, peynirini yediğimiz hayvansal ürünleri de unutmamak lazım.

Ve o Gever kentini ikiye bölen ana dereye bağlanan kanallar ile küçük akarların içinde çürümeye yüz tutmuş su birikintileri ve bu birikintilerin içine düşen kurtların manzarasını görünce içler acısı halimiz çıkıyor meydana.

Kokuyor… 

Mahalleleri dolaşın, sokaklardan caddelere, yollara verilen mutfak, lavabo, fosseptik akarlarından yükselen kokular dayanılır gibi değil. Kızgın güneşin altında bu kokular ağırlaşıp ağırlaşıp bizim, çocuklarımızın, ev halkının solunum yollarından ciğerlerine giden mikroorganizmaların fırsatına dönüşüyor.

Hastalanıyoruz…

Kanser oranlarında artış gözlemek mümkün, ilgili sağlık kurulunun elindeki bu tip veriye kolaylıkla ulaşılabilir…

Şehir kalabalıklaşıyor, hizmet aksıyor sürekli. Aksıyor ve erteleniyor.

Belediyecilik “Beled” olmayı gerektiriyor. Ve kişilerin özel yetenekleri ile hizmet kültürüne paralel yürür ancak tek başına bu yeterli değil. İşçi-memur- idari amir/yönetici- meclis- ve başkan birlikteliğinden oluşan çalışma anlayışı, organizasyonunun ta kendisidir.

Birlikte yaşayacağımız alanların formüle edilmesi, planlanması, modernize edilmesi bu organizasyon tarafından yaratılır.

Ticari alan ve merkezlerdeki anlayış üçüncü dünya ülkelerinde bile bir düzene sokulmuşken henüz kentimizde çözüm noktasına getirilmemiştir.

Belediyenin yasal olarak düzenlediği işyeri açılış ruhsatına sahip olan işyerleri sahiplerine rağmen, bu izne tabi olmayanları tam da işyerlerinin karşısına planlı olarak yerleştirmek sanırım iflas etmiş bir anlayışın dayatılmasından başka bir şey olamaz.

Kısır bir pazara sahip olan işyeri sahiplerinin sirkülasyondaki payını kent dışından gelen fırsatçılara peşkeş çekmek; olsa olsa kendi kentini tanımamak ya da işyerleri sahiplerini tanımamakla 

Evet, kültür salonu, sinema, tiyatro, park-bahçe, lunapark gibi alanları sorun etme zamanı değil. Yaşamsal sorunların aciliyetine dikkat çekmek gerekiyor. Bu konuda belediyenin gündem oluşturması lazım…

Altyapı sorunu hangi aşama da ve nihayeti ne zaman olacak?

Bu konu kent meclisine, mahalle meclislerine ve yerel basına bütün şeffaflığı ile aktarılmalı. Ancak aktarımla kalınmamalı derhal icraata dönüştürülmeli.

Bu gün bıkkıntı nedeni olan, çarşı merkezindeki trafik ve işporta ertelenebilir olmaktan çıkarılmalı…

Bu sorunlara hayati mesele olarak bakılıp hiç vakit kaybettirilmeden çözüm üretilmelidir. 

Sineye çekilmekten çıktı.

Elektrik sorunu elektrik kurumunu bağlar deme lüksü yok.

Sağlık sorunu sağlık kurumunu bağlar demek de yok.

Eğitim sorunu tam da belediyenin sorunu aslında.

Şehir iflas etmeden hizmete koşmalı, icraata dökmeli, hangi imkan, hangi olasılık, hangi fırsat varsa oradan başlanmalı…

Danışılmalı…

Projeler üretilip hayata geçirilmeli.

Geç kalınmış bir yaşam, geç kalınmış bir kent, geç kalınmış bir doğadan söz edebiliyorsak kalıntılar üzerindeyiz demektir. Gever kalıntılar üzerinde yaşamayı hak etmiyor. İğne ucu kadar hak etmiyor hem de…

Tek başına mı yapacak belediye?

Hayır!

Ama tüm kent bileşenlerini, harekete geçirecek tek merkez belediye.

Hizmet üretimine teşvik edecek.

Yükselen kokuların iflahını kesecek yoksa o kokular yaşayanların iflahını kesmek üzeredir bilmenizde fayda var.

Çerçilerden, çöpe, çöp sorunundan dilenciliğe kadar, yükselen kokular imdat kolunu çekmiş artık.

Suyun temiz damarlardan, akarlardan toplanıp yerleşik halkın çeşmelerine taşınması olmazsa olmazdır.

Ve bu hizmetin karşılığının alınması da dini vecibe gibi elzemdir. Havale edilecek başka yer yok. Eğer bu sorunlar havale edilecekse tek merkezi halkın ve halkın yarattığı belediyenin kendisidir.

Birlikte yaşamak siyasal kazanımların ve kent mimarisinin modernleştirilmesinden, kent bitki dokusunun korunmasından, yaşam merkezinin planlanmasından, hayat standardının yükseltilmesinden, üreten gençlik, eğitilen çocuğun düşünülmesinden geçer zira.

İçi daralan evlerimizde hava alsın diye var pencerelerimiz.

Eğer açtığımız da pencereleri içeri kötü/kesif kokular geliyorsa sorun kocamanlaşmış demektir.

Eğer açtığımız da pencereleri içeri sinek ve sivrisinek doluyorsa durup düşünmemiz lazım.

Yediğimiz ekmeğin, içtiğimiz suyun üstüne konup gezinen bu hayvanlar aynı zamanda kanımızı emip hasta edebilir kolaylıkla. Tüm bunları görmezden gelmek doğru değil.

Hayati meselelerden konuşuyoruz. Belediye başkanı, kaymakam, müdür, genel müdür, patron, işçi, yönetici, işçi, emekçi, devrimci, dindar, dinsiz, lümpen, kabadayı, ağa, bey kim olursak olalım saydığımız riskler hepimizin ensesinde, payımız kadar ortak olma zamanı.

Ortaklığı kabul etmiyorsanız kendinizle birlikte herkesin yaşam riskini fazlalaştırırsınız. O kadar.