13.01.2013 tarihinde ufkumuz.com sitesinde Înîsıyatîfa AZADÎ kurucu üyelerinden sevgili Yakup ASLAN’ın “Barış Sürecini Destekleme Sorumluluğu” başlığı altında bir yazısı yayımlandı. Yazıda sürecin desteklenmesinin bir sorumluluk olduğunu belirten yazar ilerleyen kısımlarda yapılması gerekenlere de değiniyor. Öneriler kısmında şunları belirtiyor:
“Bir taraftan barış istenirken, diğer taraftan sabrın sınırlarını zorlar şekilde Kürtleri aşağılama, hakarete varan söylemler kabadayılığı terk edilmelidir. Pennsylvania’dan direnen güçleri müşrik, TC’yi de peygamberin devleti gibi gösteren kıyastaki aşağılama dili terk edilmelidir.
Geçmişte yaşananların yeniden barışın önünü tıkamaması için görüşmeler şeffaf olmalıdır. Paris’te işlenen cinayetten ders alınarak, süreç içerisinde provokasyon amaçlı eylemler konusunda herkes hassas olmalıdır.
Sorumluluk sahibi bütün çevreler barışın devam etmesi için katkı sunmalıdır. Herkes kendi gücü oranında ses vermelidir. Kıyamete kadar savaşmak mümkün olmadığına göre, barış ne kadar erken olursa savaş da o kadar erken bitmiş olur.
Başbakanın bahsettiği 4. Yargı paketiyle, siyasi tutukluların serbest bırakılması süreci samimi bir şekilde hızlandırılmalıdır. Ağır hasta ve ölümcül hastalıktan dolayı tedavi olmaları gereken tutuklular serbest bırakılmalıdır.
Bir taraftan barış süreci devam ederken, diğer yandan operasyonlar, tutuklamalar ve baskılar bütün boyutlarda sürdürülmemeli, medya dağlarda ne kadar insan öldürüldüğü edebiyatı yapmaktan kaçınmalıdır.
Anadil önündeki bütün engeller, anadilde savunma ve eğitim hakları zaman geçirilmeden, bahanelere sığınılmadan verilmelidir.
İmralı, Kandil, BDP ve Avrupa kanadından barışa katkı sağlayabilecek kim varsa, bu sürece dahil edilmelidir. Silahların susması için taraflar samimi ve güven verici davranışlar sergilemelidir. Savaşın, aşağılamanın, tahkir etmenin dili terk edilmelidir.
İhtiyaç dahilinde, sorundan etkilenen çevreler, STK’lar, toplumun değer verdiği kesimler barışa destek vermek maksadıyla olaya müdahil olmalıdır.
Silahların susması ve gerilla güçlerinin sınır ötesine kaydırılması için operasyonlar durdurulmalı ve güvenli bir yol ortamı hazırlanmalıdır.”
Yazarın belirttiği bu önerilere katılmamak mümkün değildir. Bu yüzden mevcut önerileri tekrar etmek gerekti. Tabi bu arada yeni barış sürecinin PKK yi Öcalan’ın arkasında toplama operasyonu olduğu yönünde yorumlar da yapılmaktadır. Eğer bu “operasyon” Öcalan’ın kendi operasyonu ise kendi örgütünü arkasında toplamak istemesi kadar doğal bir şey yoktur. Yok bu “operasyon” devletin operasyonu ise buna karşı da sürece müdahil olup gayret göstermekten başka çare bulunmamaktadır.
Bu arada bağımsızlıktan yana olan bir kesim ise sürecin bir oyalamaca olduğundan söz ederek uzak durulması gerektiğinden söz etmektedir. Başlayan barış sürecinin aslında bir “barış süreci” olmadığı, belli güçlerin zaten bir Kürdistan kurmaya karar verdiğini ve bunu gören devletin bağımsız bir Kürdistan’ın önüne geçmek için böyle bir oyalama süreci başlattığını iddia etmektedirler. Böyle olsa bile belli güçlerin müdahalesi ile gerçekleşecek bir bağımsız Kürdistan’ın (olsa bile) çok pahalıya mal olması muhtemeldir. Sonuçta eğer bağımsız bir Kürdistan kurulacaksa bile bunun belli bir statüden sonra ve uluslar arası hukuk kuralları muvacehesinde gerçekleşmesi tercih edilmelidir. Yani böyle bile olsa bu şekilde düşünen kesimlerin yürümeden koşmaya kalkıştıkları söylenebilir. Bütün bu sebeplerden dolayı;
Barış süreci desteklenmelidir çünkü; an itibariyle cezaevinde sayılarının on bini bulduğu söylenen KCK tutukluları bulunmaktadır. Bu tutuklular Kürt hareketinin yetişmiş ve önemli kadrolarını oluşturmaktadırlar. Bu kadrolar Kürt hareketinin, seçerek belediye başkanlığına, meclis üyeliğine, il başkanlığına v.s getirdiği etkin kadrolardır. Bunlar cezaevlerinde çürümektedirler. Bu kadar ağır bir bedel ödemeyi Kürtler hak etmemektedir.
Barış süreci desteklenmelidir çünkü; Çatışmalarda insanlar yaşamlarını yitirmektedir. Yaşamını yitirenlerin büyük bir kısmı da maalesef direnen Kürt kadrolarından oluşmaktadır. Süreç başladıktan sonra bile Lice’de 10, Çukurca’da 13, Nusaybin’de 1 gerilla yaşamını yitirdi. İnsanımızı yaşatmalıyız!
Barış süreci desteklenmelidir çünkü; silahlı eylem yaparak sorunun çözülemeyeceği artık ayan beyan açığa çıkmış bulunmaktadır. Bugünden sonra yaşanacak olan çatışmalar da bir sonuç vermeyecektir. Çünkü gerilla yöntemiyle sonuç alma dönemi kapanmıştır. Zaten gerilla yöntemi bir propaganda yöntemidir. Gerekli bilinçlendirme yapılmış ve Kürt hareketi belli bir düzeyi yakalamış bulunmaktadır.
Barış süreci desteklenmelidir çünkü; Kürtlerin sahip olmayı amaçladığı statü sonuçta hukuki bir süreçtir. Self determinasyon, artık bir ilke değil bir hak olarak kabul edilmektedir. Bunun yolu da Kürtlerin bunu talep etmesinden geçmektedir.
Barış süreci desteklenmelidir çünkü; düşünce özgürlüğünün 2000 li yıllardan önce olduğu gibi hapisle cezalandırıldığı vaka sayısının minimize olduğunu söyleyebiliriz. Kaldı ki demokratikleşme çabaları belli bir düzeye gelmiş bulunmaktadır. Mücadelenin artık olması gerektiği gibi fikri mücadele olması gerekmektedir. Sonuçta insanlar ikna olmadıktan sonra silahlı mücadele yöntemiyle varılacak hiçbir sonuç ya da kazanımın kalıcı olma şansı yoktur.
Barış süreci desteklenmelidir çünkü; süreç biz istesek de istemesek de PKK hareketini başlatan güç tarafından başlatılmış bulunmaktadır. Yine biz istesek de istemesek de PKK hareketi en büyük Kürt hareketi olup Kürtleri temsil etmektedir. (Buna bazıları kızsa da gerçek budur) Bunun için Kürtlerin görüşmelere aktif olarak çeşitli şekillerde müdahil olma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu müdahillik durumu hiç şüphesiz Öcalan’ın pozisyonunu ve müzakere etme gücünü/kabiliyetini güçlendirecektir. Bunun için de başta Kandil olmak üzere Avrupa’nın, BDP’nin ve diğer Kürt gruplarının sürece etkin bir şekilde dahil olması için çok ciddi çalışmaların yürütülmesi gerekmektedir.
Barış süreci çok ciddi bir şekilde desteklenmelidir çünkü; bugün olmazsa yarın mutlaka başlayacağı kesin olan bu süreç, Kürtler açısından tarihi bir dönüm noktasıdır. İyi yürütülmesi halinde bir fırsat, kötü yürütülmesi halinde ise kazanımdır. Bu yüzden süreç nereden bakarsanız bakın olumludur. Öcalan’ın bir önceki süreçte kamuoyuna açıkladığı ve Demokratik Özerklik olarak isimlendirdiği sistem sonuçta özerklik olması hasebiyle bir statüdür. Bana göre Türkiye şartları düşünüldüğünde çok iyi hazırlanmış bir öneridir. Demokratik Özerklik adı verilen bu “nevi şahsına münhasır" (sui generis) hukuki öneri bana göre mükemmel bir öneridir. En önemli husus ise bu önerilerin kabul edilebilir öneriler olmasıdır. Demokratik özerkliği ise bence en fazla desteklemesi gerekenler Bağımsız Kürdistan ya da Federatif Kürdistan talebinde bulunanlar olmalıdır. Çünkü yakın tarih özerklik bile olsa belli bir statüsü olmayanların bağımsız bir devlet kurduklarına şahit olmamıştır. Federasyon ya da bağımsızlığın yolu hiç şüphesiz en düşük düzeydeki statüden geçmektedir. Bu düzey ise özerklik ya da Demokratik Özerklik statüsüdür. Bu husus self determinasyon kavramının uluslar arası hukuktaki uygulamaları ile de yakından ilgilidir. Bu bağlamda başbakanın çekinceleri kaldırarak imzalayacağını ilan ettiği Avrupa Birliği Özerklik Şartı bile Kürtler açısından çok ciddi bir kazanım olabilir.
Ancak burada üzerinde durulması gereken çok önemli bir husus bulunmaktadır. Katı üniter yapı içinde “her alanda eşitlik” in mümkün olmayıp imkânsız olduğu apaçık ortadadır. Bunun için sürecin sonunda neye mal olursa olsun Kürtlerin belirli bir statüye sahip olması olmazsa olmaz şarttır.
Belirtilen bütün sebeplerden dolayı Kürtlerin yaşadığı bu durumu kendisine dert edinmiş bulunan herkesin süreci çok ciddi ve samimi bir şekilde desteklemesi hatta aktif olarak katılması gerekmektedir.
Yazının sonunda politik anlamda Kürt olan ve müzmin PKK ve Öcalan muhalifliğine devam etmekte beis görmeyenlerden de söz etmek gerekmektedir. Bu şekilde tavır takınan Kürtlerin artık enerjilerini en büyük Kürt hareketine ve onun liderine yöneltmekten vaz geçip Kürtlerin haklarını gasp edenlere yöneltmesi ve kişisel bir takım takıntılarından vaz geçmesi gerekmektedir.
Sui Generis terimi Roma Hukukundan beri kullanılan bir terimdir. Tükçe'de tam olarak,kendine özgü, nevi şahsına münhasır gibi sıfatlarla karşılanabilir. Terim anlamıyla; kendine özgü özellikleri olan ve başka bir örneği olmayan nesne ya da olayları anlatmak için kullanılır. Bioylojide de benzersiz türleri isimlendirmek için kullanılır. Kavram hukuktaki ıstılahi anlamıyla da şöyle açıklanabilir: Bilineceği üzere uluslar arası hukuk sistemi siyasi açıdan yönetimleri konfederasyon, federasyon ve özerklik şeklinde klişeleştirmiştir. Demokratik özerklik ise bu üçünden de farklı olması hasebiyle nevi şahsına münhasır bir hukuki statüdür. Diğer özerkliklerle yakınlık arz etse de Türkiye şartları ve Kürtler düşünüldüğünde statü nevi şahsına münhasır bir özellik kazanmaktadır. Örneğin İskoçya’da ya da başka ülkelerde uygulanan özerklikten daha alt bir statüdedir.