Zorlu bir yolculuktayız.
Yol uzun ve dikenli.
Bu zorlu yolculuğa dayanamayıp düşenler olacak.
Canlarından bir parça çocuklarına dahi sahip çıkmayalar olacak.
Her felaket yolculuğunda olduğu gibi yine yükün ağır kefesi yoksulların sırtında olacak.
Heybelerinde azıkları dolu olanlar yine bir şekilde bu zorlu yolculuğu az zayiatla tamamlayacak.
Bu ölümlü yolculuk elbette ki bir gün sonlanacak ve yine hayata kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Birbirimizin yüzüne bakacağız.
Birbirimizin sevinçlerine, acılarına ortak olacağız.
Birlikte halay çekip birlikte gözyaşı akıtacağız.
Lakin o zorlu yolculuk sonrası unutamayacağımız hikâyelerimiz de olacak.
İyiye ve kötüye dair onlarca hikaye.
Emin olun ki ne güzel ne de çirkin, hiçbir hikaye unutulmayacak.
Çirkine ve güzele dair zerre kadar birşey kaybolmayacak.
Eyyy insanoğlu.
Bu bir imtihan değil de ne?
Eğer ki bir imtihan ise içinde olduğunuz bu kibir de neyin nesi?
Hepimiz aynı yolun yolcusu değil miyiz?
Zengin-fakir, hangimizin yarına sağ çıkma garantisi var ki?
Hal böyle iken neden kenetlenmeyiz?
Yoksulun acıları üzerinde reklam yapmak ta neyin nesi?
Bu sosyal medya üzerinde yazılıp, çizilenlere bakıyorum da adeta mide bulandırıyor.
Adam, üç-beş poşet sebze ile yoksulun kapısında fotoğraf çekip paylaşıyor.
Bir diğeri "Ben ya da biz, siz yoksullara para topluyoruz" deyip adeta yoksul insanların maneviyatına suikast yapıyor.
Elbette ki, bu zorlu yolda, birbirimize destek olacağız.
Elbette muhtaç olanlara yardım eli uzatacağız.
Şüphesiz, büyüklerimizi ve yaşlılarımızı koruyacağız.
Bu temel insanlık görevimiz.
Ama mütevazı bir şekilde.
Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek şekilde.
Başkale depreminde böylesi mütevaziliği fazlasıyla gördüm.
Kimi hayırseverler öylesi muteber yardımlar yaptılar ki, Allah'ın kulu dahi farkına varmadı.
Kendilerini reklam etmediler.
Yardım dağıtırlar iken, depremzedelerin içler acısı fotoğraflarını çekip paylaşmadılar.
Insanların onurlarını rencide etmediler.
Evet... Evet böylesi çok sayıda yardımsever insanın niyetlerine tanık olduk.
Unutmayın ki, yoksul olabiliriz,çaresiz olabiliriz lakin onurunu ve şerefini üç-beş yardim paketi karşısında ayaklar altına alacak bir halk değiliz.
.
Zaten yüreğimiz fazlasıyla yanıyor bir de siz (sözüm ona yardim ediyoruz diyenler) Bu ateşi körüklemeyin.
Lütfen ama lütfen biraz daha mütevazı davranın.
Bakınız size HZ.Ömer'in yardım ahlakından kısa bir anektod sunup makalemi sonlandırıyorum.
Hz.Ömer (kendisi o dönemler halife), tebdirli kiyafetle mahallelerde dolaşıyor.
Zenginin fazla zengin, fakirin fazla fakir olduğu bir dönem.
Hz.Ömer'in dolaştığı saatler gecenin geç saatleri, kentin büyük çoğunluğu derin uykuda.
Bir çadırın önüne geliyor ki, içeride ağlama sesleri.
İçeri girdiğinde, yaşlı bir kadının, ocakta kaynayan tencereyi karıştırdığını görür ve etrafta ağlaşan onlarca çocuk.
Hz. Ömer yaşlı kadına sorar "Bu çocuklar neden ağlar?"
Yaşlı kadın cevap verir "açlar ondan"
Hz. Ömer tekrar "peki bu tencerede kaynayan yemek değil mi?"
Kadın, "Hayır...bunlar çakıl taşı. Avutayım diye kaynatiyorum"
Hz.Ömer'in gözlerinden yaş akar.
Gözyaşları ile kadına sorar "peki neden halife Ömer'e gidip derdini anlatmazsin?"
Kadın hiddetle şunları der; "Dilerim ki o Halife Ömer daha dünyada iken bulsun ahirette de elim yakasından kopmasın."
Hz. Ömer (r.a.) kekeleye kekeleye "Niçin Ömer'e böyle beddua ediyorsun valide! Onun bu işte günahı nedir?" dedi. Kadın aynı kızgınlıkla bu sözlerin cevabını yetiştirdi: "evladım!.. Ben şu ihtiyar halimle iki günden beri gece gündüz demeyip yetim avuturken o nasıl rahat yatağında uyuyabilir? O, müslümanların reisi, baş bekçisi değil mi? Bizler evvela Allah'a sonra da onun eline emanetiz. Gelip de benim halimi nasıl sormaz. Müslümanların reisi olmayı böyle kolay mı sanıyor!.."
Ve Hz. Ömer ağlayarak evden çıkar, gider bir torba un ve biraz gıdayı tedarik eder ve bi zatihi kendisi sırtında taşıyarak, yaşlı kadının çadırına getirir.
Hz. Ömer'in bu ulvi ahlakının siz reklam pesinde olanlara örnek olması umuduyla.
#EvdeKalınMütevaziKalın