CUMHURİYET YÜRÜYÜŞÜ ve ÜLKÜCÜLER

Abone Ol

CUMHURİYET YÜRÜYÜŞÜ ve ÜLKÜCÜLER

29 Ekim’de Ankara’da çeşitli sivil toplum örgütleri, Ulus semtinde ki İlk Meclisin önünden başlayıp, Anıtkabir’de sonlanacak  “Cumhuriyet Yürüyüşü” düzenleyeceklerini, yaklaşık bir aydır çok etkili bir kampanya ile duyuruyorlardı.

Kızılay Meydanı’nda elime tutuşturulan broşürde yürüyüşe destek veren sivil toplum örgütleri arasında maalesef hiçbir Ülkücü kuruluş göremedim. Gerçi ne kadar Ülkücü sivil toplum örgütü vardı ki…

Valiler, Devletin ve Hükümetin temsilcisidir.  Oysa, Ankara valimiz Sayın Alaattin Yüksel daima gücün temsilcisi olmuştur. Sayın Valimiz 28 Şubat sürecinde illegal Batı Çalışma Grubu ile hareket etmiş, Emniyet Teşkilatında eşi başörtülü personeli fişlemiştir. Atamış Emniyet Genel Müdürü, arkasına askeri alarak seçilmiş Hükümetin görevden alma kararnamesine direnmiş ve Sayın Meral Akşener tarafından kapısı kırılarak görevi devretmiştir. Bugün ise güç ve Hükümet aynı elde olduğu için Hükümet temsilcisi olduğunu hatırlayıp yürüyüşü yasaklamıştır.

Ankara valileri hep mi yasakçı zihniyette olmalıdır, hep mi milletten kopuk olmalıdır.  Ankara’nın demokrasi taleplerinin dile getirildiği mitinglerin ünlü meydanının adının Nevzat Tandoğan Meydanı olması bir ironimidir, birileri milletle kafamı yapmaktadır bilinmez.

Tek Parti Döneminin Valisi Nevzat Tandoğan’da makamına getirttiği Bediüzzaman’ın kıyafetine müdahale etmiş, zorla başına şapka giydirmeye çalışmış, 3 Mayıs 1944 yılında tutuklanıp huzuruna çıkarılan Osman Yüksel Serdengeçti’ye de “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek, İkincisi; askere çağırdığımızda askere gelmek.” Diyerek demokratlığını ortaya koymuştur. Bu efsane Valinin adını meydana verdiler. Ricam odur ki bu Hükümette Ulus Meydanı’nın adını Alaattin Yüksel Meydanı yapsın.

Vali Bey’in yasağından sonra ikinci bir şok, Sayın Bahçeli yürüyüşe katılacakları bölücü ilan etti… Elinde Türk Bayrağı ile Cumhuriyete sahip çıkmak bölücülük… bu ne yaman çelişki anne…

Dedim tamam meydanlara iniyoruz, MHP Cumhuriyeti, uğruna Ülkücü hareketin Şehitler verdiği Cumhuriyeti bu sene farklı kutlayacak… şaka şaka demedim Balgatı tanıyorum bu kadar ironi arasında bende ironik oldum… kronik basiretsiz yönetime ironik muhalefet.

29 Ekim sabahı, Kızılay’da değerli Ülkücü ağabeylerim Mehmet Saral ve Murat Özkan beyefendilerle buluşup Ulusa kadar yürümek zorunda kaldım, “abi taksiye binseydik” bile dememe fırsat vermeyecek şekilde iştahla yürüyorlardı, ben de yol boyunca  bitirdiğim 1,5 litrelik suyumun tere dönüşmesiyle kansız ter içinde Ulus’a ulaştık…

Gençlik Parkından itibaren dolmuştu alan, kalabalığın arasından heykele doğru ulaştık, etrafta sağlı sollu yüzlerce bölücü! Ülküdaşımızla selamlaştık (Selam olsun Devlet Bey’e)

Tam Ulus Meydanı’nda Sincan E. Hakimi Osman Kaçmaz bey’e rastladık, gözlerimiz yaşardı, yaşlandık mı, duygusallaş mıydık, sonra kalabalıktaki hareketlenme ve boğazımızdaki yanma ile biber gazı atıldığını fark ettik, Türk Polisine dua etmemek ne mümkün, acıların çocuğu millete biber gazı, maazallah şeker gazı atsalar kalabalığın yarısı şeker komasından telef olacak…

Sonra kalabalık arasında on kişilik bir gruptan  “faşizme karşı omuz omuza” sloganı, ODTÜ’lü olduğunu öğrendiğim kızımızla göz göze geldik, kızım senin benle derdin ne dedim, dedi ki yoh yoh, dedim kızım ben faşistim, dedi ki yoh yoh olamazsınız, dedim ülkücüyüm söyledi can kurban abim ama Devlet Bey duymasın, dedim duyarsa duysun Milliyetçilik milletle kucaklaşmaktır…

Sonra yeniden biber gazı, Türk Polisi biber gazı, CHP otobüsü 10. Yıl Marşıyla yürüyüş gazı vermeye devam… Sosyal Demokrat ama çok iyi anlaştığım milli meselelerde aynı duyarlılıkta olduğumuz, benim onun solcu, onun benim ülkücü olduğuma inanamadığım, Mustafa Hocamla bir simit sarayına sığındık,  orda da bir hareketlenme, genç bir kızımızın gözü yanmada, Turkish Solution limon yok gözüne limon kolonyası sürelim bacım… gaz dağılsın diye açılan havalandırma gazı dağıttı simitçi durulmaz hale geldi azıcık serinleyelim tazyikli su siyelim diye Mustafa Hocamla dışarı çıktık, kalabalığın arasına karıştık barikata yürüyüşe geçtik…

Hiçbir müdahale yok, meğerse açmışlar barikatı pazarlıklarla… Tam 1. Meclisin önünden gecerken yine 10 kişilik bir grupdan “kahrolsun faşizm” sloganı güzel yüzlü sarışın bir kardeşime senin bizle derdin ne dedim, bak bize faşist diyorsunuz ama buradayız omuz omuzayız, sarıldım, abi faşist olsan bana sarılmazsın dedi, güldüm, bu kin ötekileştirme bitmeli, Gazi iktisattaymış, devlet Bey’in okulu, Gümüşhane Şiranlıyım dedi, Efsane Ülkü Ocakları Başkanı Metin Tokdemir’in hemşehrisisin sana Ocak yakışır dedim…

Sonra “Türkiye Laiktir Laik Kalacak Sloganı” Neriman ablayla göz göze geldik, tanıştık, bu millet Müslüman dedim… Devlet Bey bölücü diyerek  ayıp etti dedi, dedim bu Pazar değiştireceğiz kalsın dedi… O iyi biri dedim oy veriyormusun dedi ki yoh yoh… Ülkücülerden korkuyormuş, benden dedim yok dedi dedim ben ülkücüyüm hepimiz böyleyiz algınız yanlış…

Tandoğana vardık  kalabalık akın akın geliyor, Mustafa Hocamın ısmarladığı köfteyle yürüyüşü tamamladık…

Kazanan Demokrasi… Dostluk… kardeşlik…

Mustafa Hoca gibileri seviyoruz, onlar da ülkücüleri sevidiler ve sayıları hiç de az değil…

Bu toprağın insanlarını üç hilalin altında toplamak için gayret göstermek lazım, fikirde taviz vermeden “değişim” lazım