Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları
Daha önceki bir yazımızda tarihin, toplumlar için ortak hafıza, hafızada birliktelik anlamına geldiğini belirtmiştik. Millet mefhumu açısından bakıldığında millî kültür unsurları etrafında bu hafızanın dayandığı birliktelikler, müşterek hatıra, hafıza akla gelir. Bu bağlamda “hatırası olmayanın hafızası olmaz” sözü abartılı bir ifade sayılmasa gerek.
23 Nisan 1920… Ortak hafızamızda bu gün TBMM’nin açıldığı tarihi günün yıldönümü, önce mutlakıyetten meşrutiyete, sürecin sonunda ise meşrutiyetten cumhuriyete geçişin en önemli kilometre taşlarından birisi, egemenliğin millet eliyle kullanılması…
Bu noktadan hareketle millî gün, millî bayram kavramları etrafında şöyle yakın tarihimize bir göz gezdirelim. Bu kavramın öncelikle Batı dünyasında başlayan ve çoğunlukla millî devletlerin kuruluş günlerinde yapılan tören ve festival gibi etkinlikleri içerisine aldığını biliyoruz. Türk tarihinin kadim döneminden beri bir takım kutlama ve törensel faaliyetlerinin yapıldığı da biliyoruz. Osmanlı Devleti’nde selamlık, kılıç alayı, cülus törenleri, dinî bayramlar ve kandiller gibi belirli kutlama etkinliklerinin olduğunu biliyoruz. Bütün bunlar etrafında Osmanlı Devleti’nde modern anlamda millî bayram olgusunun ilk kez II. Meşrutiyet döneminde ortaya çıktığı söylenebilir. Söz konusu yıllarda hem modernleşme olgusunun etkisi hem de devletin içerisinde bulunduğu şartların yönlendirmesiyle Osmanlı Devleti’nde de millî bayram gereksinimi konusunda bir anlayış ortaya çıkmıştır.
İlk önceleri, 1909 yılında II. Meşrutiyet’in yıldönümü olan 23 Temmuz gününün kutlanması ve “Osmanlı Milleti”ne millî bir gün olarak benimsetilmesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu çabalar çoğunlukla devletin çözülmeye başladığı dönemde toplumu yeni değerler etrafında bir arada tutabilecek bir harç oluşturma gayretleri olarak da anlaşılabilir.
Aslında 1909 yılında Osmanlı Meclis-i Mebusânı’nda millî bayram arayışı etrafındaki tartışmalar değişik tarihler üzerinden hareketle “Osmanlı İstiklâl Günü”nün belirlenmesine ve Osmanlı Bağımsızlık Günü kutlanmasına yönelik olarak başlatılmıştı. Meclis’te temelde iki görüş çarpışmıştı. Tartışmalı da olsa ilki devletin kuruluş tarihinin kutlanması (27 Ocak 1299), ikincisi ise II. Meşrutiyet’in yıldönümünün (23 Temmuz 1908) kutlanmasıydı. Zabıtlara göre Yusuf Kemal (Tengirşek) millî bir günün tarifini yapıyordu. Ona göre böyle bir günün tayininden maksat, bütün Osmanlı fertleri arasında Osmanlılık esasını teyit etmekti. Millî bayram ittihaz olunacak gün, bütün milletin fikrinde ve milletin fertleri arasında sonsuz bir tesir meydana getirmeli ve o efrad-ı millet de yekdiğerine bir cihet-i vahdetle müttehit olduklarını anlamalıydı. Bu günün 23 Temmuz günü olması daha muvafıktı. Neticede ikinci görüş galip geldi. II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz gününün Osmanlı’nın resmî, millî bayramı olduğu ve her sene tören icra edileceği kabul edildi ve kanunlaştı.
Balkan Savaşları sonunda Osmanlı kabul edilen bütün unsurların (İttihad-ı Anasır) birlikteliği anlayışının yara alması ile Türklüğün ve Türkçülüğün ön plana çıktığı bir dönem başlamıştır. 1913 yılında İstiklâl-i Osmanî Günü’nün kutlanmaya başlanması, tekrar devletin kuruluş döneminden ilham alınarak Türklüğün öne çıkarılması, milliyetçi bir bakış açısıyla 23 Temmuz Millî Bayramına ek veya alternatif bir açılımın sağlanmak istendiği şeklinde yorumlanabilir. Buradan hareketle Osmanlı ülkesindeki son dönem siyasi ve fikrî dönüşümün genelde Balkan Savaşları sonunda iyice belirginleşen millet, milliyet ve milliyetçilik kavramları etrafında gelişen siyasi atmosfere, özelde ise Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği psikolojik ortama bağlı olarak geliştiği söylenebilir.
İkinci görüşe göre Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihinin Osmanlı İstiklâl günü olarak kutlanması daha gerekliydi. Kuruluş günü tartışmalı olduğu için üzerinde uzlaşılamamış, bu konu Maarif Vekâleti’ne oradan da Osmanlı Tarih Encümeni’ne havale edilmiştir. Encümen tarihçi Efdalettin Beyin başkanlığında bu hususu tarihi kaynaklara dayalı olarak incelemiş fakat kesin bir gün üzerinde karar verilememiştir. Efdalettin Bey bu tedkikatı Osmanlı Tarih Encümeni Mecmuası’nda 1914 yılında yayınlamıştır. Fakat özellikle gençler ve Darülfünun öğrencileri Osman Gazi’nin adına ilk hutbenin okunduğu tarih olarak kabul edilen 30 Aralık tarihinde, 1913 yılından itibaren kutlama yapmaya başlamışlardır. Osmanlı İstiklâl Günü 1913-1917 yılları arasında düzenli olarak kutlanmış ve bir kutlama geleneği oluşturulmaya çalışılmış, fakat Birinci Dünya Savaşı sonunda Mondros Mütarekesi ile yeni bir dönemin başlaması üzerine kutlama etkinlikleri devam ettirilememiştir. Millî Mücadele döneminde Mustafa Kemal Paşanın da teşvikiyle kutlamaların yapıldığı bilinmektedir. Bu dönem, millî bir gün oluşturma çabasıyla 1913 yılından itibaren Osmanlı İstiklâl Günü kavramı etrafında şekillenmiş olan bağımsızlık olgusunun “İstiklâl Harbi”, vatanın savunulması ve kurtarılması temasının ön plana çıktığı bir dönem olmuştur.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması ile kesintiye uğrayan kutlama ve törenler Mustafa Kemal Paşanın 1919 yılında bir genelgeyle Temsil Heyeti adına İstiklâl Gününü kutlaması üzerine tekrar yapılmaya başlanmıştır. Millî Mücadele döneminde Mustafa Kemal Paşa’nın gerek Meşrutiyet’in ikinci defa ilanı olan 23 Temmuz gününde, gerekse İstiklâl Günü kabul edilen 30 Aralık gününde millî heyecanı artırmak, işgallere karşı toplumun moralini yüksek tutmak ve mücadele azmi kazandırmak amacıyla kutlama ve tebrikte bulunduğu bilinmektedir. Söz konusu yıllarda bağımsızlık vurgusu Millî Mücadele hareketiyle özdeş bir şekilde kullanılmıştır. Basında istiklâlin korunması ve işgallere karşı yönetim ve direniş merkezi olarak kabul edilen Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Meclis’in vatansever üyelerine daima başarı dileklerinde bulunulmuştur. Dolayısıyla istiklâlin korunması konusunda harekât merkezinin Ankara ve yetkinin de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde olduğuna işaret edilmiştir.
Yukarıda belirtilen millî gün ve bayram kutlama geleneğinin akamete uğramasında Osmanlı saltanatının ortadan kalkması, Millî Mücadele hareketinin başarıya ulaşması ve bu dönemde Lozan Konferansı’nda Büyük Millet Meclisi’nin tek başına ülkeyi temsil etmesi gibi önemli gelişmelerin etkisinin olduğu kabul edilmelidir. Cumhuriyetin ilanı bayram olgusuna yeni bir anlam kazandırmıştır. Bir ara 1924 Ağustosunda Necip Asım’ın Anadolu Mecmuası’nda hala “millî bayram” arayışı içerisinde olduğu görülür. Bu milli günün Anadolu içerisinde aranması gerektiğinden hareketle, 26 Ağustos günü yani Malazgirt Zaferi en yakın adres olarak gösterilmiştir.
Sonuçta, Osmanlı Devleti’nin yıkılması süreciyle birlikte Meşrutiyet Bayramı gibi Osmanlı İstiklâl Günü de tarihî önemini kaybetmiş, yeni kazanımlar ve millî değerler etrafında şekillenerek oluşan millî bayram olgusu, Türk toplumunun ruhunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı (23 Nisan) ve Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim) gibi millî gün ve bayramlar etrafında yeni kazanımlarla öne çıkmıştır.
İşte kısaca özetlediğimiz yakın tarihimiz, ortak hafızamızda yer etmiş olan millî gün/bayram kavramının geçirdiği süreç…
Yukarıda belirttiğimiz üzere Osmanlı Devleti’nde millî bayram arayışları çerçevesinde öne çıkarılan ve kutlama geleneğinin oluştuğu, millî kazanım olarak kabul edilen önemli tarihler bulunmaktaydı. Meşrutiyetten Cumhuriyete geçiş sürecinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve rejim değişikliği gibi sebeplere dayalı olarak millî bayram olarak kabul edilen tarihlerde de kesin değişiklikler oldu. Bunların ilki 1924’te TBMM’nin açılışının birinci yıldönümünün Îd-i Millî/Millî Bayram olarak kutlanması teklifinin TBMM’nde kabul edilmesidir. Cumhuriyetin ilanı tarihi olan 29 Ekim ise 1924 yılında bir kararname ile kutlanmış, 1925 yılında ise Başvekil olan Ali Fethi (Okyar) Bey tarafından verilen kanun layihasının TBMM’nde kabulü ile “Cumhuriyet Bayramı” kutlanmaya başlanmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında millî bayram kutlama geleneğinde Cumhuriyetin 10. Yıldönümü kutlamalarının ayrı bir önemi vardır. 1933 yılı yeni rejimin geçen on senesinin bir değerlendirmeye alınarak Darülfünun reformu, Halkevlerinin kurulması gibi çeşitli alanlarda halka yönelme ve yeni rejimin kazanımlarının değer takdiri bakımından gözden geçirildiği bir dönemdir. 19 Şubat 1932 tarihinde Halkevleri’nin kuruluşundan sonra kültür, sanat, eğitim gibi faaliyetler bu merkezden yürütülmeye çalışılmış, yurt genelinde belirli günler ve millî bayramlar Halkevlerinin katılımıyla daha canlı bir şekilde kutlanmaya başlanmıştır.
Yakın tarihimizde Cumhuriyet Bayramı iktidar muhalefet ilişkileri çerçevesinde, millî bayram kutlama geleneği etrafında acaba nasıl kutlandı? Yazımızda bu soruya cevap arayacağız.
Bugün (29 Ekim 2012) Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını izledik. Bir hafta önceden siyasi partiler arasında bir gerginliktir başladı. Bu gerginlik iktidar partisi AKP ve ana muhalefet partisi CHP arasında gerçekleşti. MHP ise bu gerginlik ve alternatif kutlamaların ülkeye bir yarar getirmeyeceği üzerinde durarak her ki tarafa da mesafeli bir tavır geliştirdi. Netice itibarıyla gördük ki, senin bayramın, benim bayramın, devletin/hükümetin bayramı milletin/halkın bayramı gibi bir takım alternatifler sunularak ve en nihayetinde resmi kutlamaların yanı sıra Ulus Meydanı’ndan Anıtkabir’e CHP’nin desteği ile bir yürüyüş gerçekleştirilmiş oldu. Bayram olgusunun iktidar muhalefet ilişkilerinde ön plana çıkarılmasına temelde karşı olduğumu, Cumhuriyetin her Türk vatandaşının bayramı olduğunu vurgulamak istiyorum. Kutlamalar açısından ise isteyen her Türk vatandaşının resmi kutlamalar dışında bir takım etkinlikler düzenleyebileceği ve yetkililerin kutlamaların rahat yapılabilmesi adına sağlık ve güvenlik gibi gerekli tedbirleri almaları gerektiği bana daha mantıklı geliyor. Acaba geçmişte örnekler var mı?
Bugün hakkında bir yorum yapmak yerine ve bu günü daha iyi anlayabilmek adına yakın tarihimize bir göz atarak Cumhuriyet Bayramı daha önceleri acaba nasıl kutlanmıştı sorusuna cevap arayalım. Bu hususta yapılan bir araştırma dikkatimizi çekti. Sorumuza cevap ararken Cumhuriyetin ilanından 1960 yılına kadar Cumhuriyet bayramı kutlamalarını konu alan bir doktora tezinin sonuçlarından bahsedecek ve tezin sonuç bölümünden alıntılar yapacağım. Söz konusu doktora tezi Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde yapılmış. Bengül Salman Bolat tarafından yapılan çalışma “Milli Bayram Olgusu ve Türkiye’de Yapılan Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları (1923-1960)” ismini taşıyor.
Bayramdan beklenen duygu yoğunluğu millî bir devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde Cumhuriyetin 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilmesinin ertesi yılı henüz resmi bir bayram olarak kabul edilmeden önce kutlanmış ve 1925’te çıkarılan bir kanunla da Cumhuriyetin ilanı günü yeni Türk devletinin milli bayramı olarak kabul edilmiştir.
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Cumhuriyet Bayramının daha coşkulu, anlamlı, tam bir bayram havası içersinde ve titizlikle hazırlanmış programlarla kutlandığı anlaşılmaktadır. Bu yıllarda yeni rejimin benimsetilebilmesi ve tam anlamıyla meşruiyetinin sağlanması çabalarının bir sonucu olarak, basında cumhuriyet, inkılâp ve benzeri konuların yoğun bir şekilde işlenmesi bayramın tam anlamı ile kutlandığı hissini uyandırmaktadır. Dönemin basınından edinilen bilgiye göre bayram günlerinde, halkın bayrama katılımının sağlanabilmesi en önemli amaçlardan biri olmuştur. Bu yolla halkın rejimle yani Cumhuriyetle bütünleşebilmesinin daha süratli bir şekilde sağlanmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca saltanat idaresinin kaldırılması sonrasında milli egemenliğe dayalı bir yönetim anlayışı, beraberinde halkçılık anlayışını da geliştirmeye başlamıştır. Halk arasında hiç bir bakımdan ayrıcalıkların olmadığına düşüncesine dayanan bu anlayış, Cumhuriyetin ilk yıllarında en fazla yansıtılan konu olmuştur. Bununla birlikte, Atatürk döneminde Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının özenli programlarla hazırlandıktan sonra canlı ve heyecanlı geçmesinin başka sebepleri de vardır;
1-Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün yeni rejimin ilk on beş yılında hayatta olması bizzat kutlamalara katılması, bayramın coşkusunu arttıran en önemli sebeplerden birisi olarak kabul edilebilir.
2-Bir diğer sebebinin de, Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşayan neslin I. Dünya Savaşı felaketini bizzat yaşayıp, Milli Mücadele sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tanık olmasından kaynaklandığı ileri sürülebilir.
3-Cumhuriyet kurulduktan kısa bir süre sonra ülkenin kalkınmaya başlamasının ve ekonomik şartların her geçen gün düzelmesinin Cumhuriyetle birlikte olduğu vurgusunun özellikle bayram kutlamaları çerçevesinde, başta basın olmak üzere halka günlerce anlatılması da ilk yılların coşkusunu arttırıcı diğer bir etkendir.
Cumhuriyetin kazanımlarının, özellikle yakın geçmişte Osmanlı Devleti’nin son dönemleri içinde meydana gelen olaylarla birlikte hatırlatılması ve bu yolla eski ile yeninin karşılaştırılması en çok kullanılan yöntemlerden biri olarak dikkat çekmektedir.
Bayram kutlamalarında dikkat çeken bir diğer konu da, günümüzde de olduğu gibi her bayram kutlamasının ülkenin yaşadığı iç ve dış olaylardan etkilenmiş olmasıdır. Bu durum Atatürk döneminde de görülmekle birlikte, özellikle onun ölümünden sonra ülkedeki iç ve dış gelişmelerin bayram kutlamalarının bayramın anlamını gölgede bırakacak bir hava yarattığı da dikkati çekmektedir. Atatürk döneminde çok partili sistem denemelerine rağmen bunun gerçekleşememesi nedeniyle, bayram kutlamalarında da tek parti olan CHP vurgusunun öne çıktığı görülmüştür. Ülkeyi yöneten CHP bir taraftan Atatürk’ün kurduğu parti iken, diğer taraftan da ülkeyi işgallerden kurtaran ve Anadolu insanının kendi topraklarında bağımsız bir şekilde yaşamasını sağlayan, içinden kendisine muhalefet de çıkarmasına rağmen, çok sayıda Milli Mücadele kahramanının içinde bulunduğu bir partidir. Ancak özellikle Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında CHP vurgusunun sürekli olarak yapılması halkın rejime, partiye ve inkılâba bağlılığının her geçen yıl sağlamlaştırılmaya çalışılmasının bir sonucu olarak da değerlendirilebilir. (Bengül Salman Bolat, Milli Bayram Olgusu ve Türkiye’de Yapılan Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları (1923-1960), Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara, 2007, s.366-367).
Atatürk döneminde en coşkulu kutlanan Cumhuriyet Bayramı Onuncu Yılda yapılmıştır. Bu yıl basında 1930’lu yıllarda kültür alanında yapılan inkılâp hareketinin etkileri ve sonuçları yoğun olarak işlenmiştir. Tarih, dil, edebiyat ve benzeri alanlardaki gelişmeler bayramlardaki yazılara, şiirlere, yorumlara doğrudan doğruya yansımıştır. Ayrıca Onuncu yılda bayram törenlerinin anlatımı, bayramla ilgili yapılan değerlendirmeler ve şiir gibi edebi eserlerde milli duygular en üst safhasına ulaşmıştır. Bu yıl yapılan kutlamalarda, milliyetçilik duygularının daha fazla ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Onuncu yıl kutlamalarında bu tip bir yaklaşımın varlığı ülke içi gelişmeler yanında dünyada milliyetçiliğin yükselmesi ile de açıklanabilir. Türkiye Onuncu yıl kutlamalarını ihtişamlı bir şekilde yaparak bu yolla dünyaya Türkiye Cumhuriyeti’nin güçlü bir şekilde ayakta durduğu mesajını verme amacını da taşımıştır. Bu yıl yapılan kutlamaların, verilen mesajların hafızalara kazınarak günümüze kadar gelmesinde bu durumun da etkisi büyük olmuştur. Yine 1930’lu yıllar Türkiye’nin Batılı devletlerle olan ilişkilerinin düzelmeye başladığı dönemler olmuştur. Bununla birlikte o yıllarda yeni bir savaşın başlama ihtimalinin her geçen gün artması ile devletlerin birbirleriyle anlaşma yoluna giderek, kendi güvenliklerini sağlama, yaklaşan tehlikelere hazırlıklı olma çabaları da olmuştur. Bu bağlamda gerek barışçı yaklaşımı, gerekse de bulunduğu coğrafyadaki önemi Türkiye’nin önemsenmesine etki etmiş ve tüm bu etkiler Cumhuriyet Bayramı kutlamaları çerçevesinde de açıkça hissedilmiştir. (Bolat, age, s.367-368).
Türkiye, Atatürk’ün ölümünden sonra yeni bir sürece girmiştir. Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü eğitim, kültür, ekonomi ve benzeri alanlarda inkılâba devam etmiştir. Fakat bu dönem 1930’lu yılların başından itibaren başlayan gerginliklerin sonucunda patlak veren II. Dünya Savaşı yıllarına rastlamıştır. Türkiye bu savaşa girmemiştir. Ancak savaşın getirmiş olduğu ekonomik sorunlar ve huzursuzluk ortamı tüm alanlara oldu gibi Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına da etki etmiştir. Görünürde Atatürk döneminde olduğu gibi bayram programları aksatılmadan ve titizlikle hazırlanarak uygulanmıştır. Ancak artık coşku, sevinç, güven gibi duyguların yerini, karamsarlık almaya başlamıştır. Özellikle her yıl bayram mesajlarında, savaşa girilmediğine dair mutluluk söylemleri ön plana çıkmıştır. Bunun yanında her an savaşa girilebileceği, milletin bu duruma hazırlıklı olması, inkılâba ve İnönü’ye bağlılığın devam etmesi gerektiğine dair tavsiye niteliği taşıyan mesajlar da görülmüştür. İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminin 1946’dan sonraki kısmı çok partili hayata geçişle devam etmiştir. Bu devre Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında farklı bir yaklaşımın da başlangıcı olmuştur. Bu dönem muhalefeti DP temsil ederken, iktidarı temsil eden CHP’de önceleri muhalefete sıcak bakmasının yerini, kısa zamanda muhalefeti zayıf tutma eğilimi almıştır. İktidarın bu tip yaklaşımı ilişkileri iyice germiştir. Bu gerginlik Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında da yoğun olarak hissedilmiş ve bayram ile ilgili değerlendirmelerde, Atatürk döneminden farklı olarak iktidar muhalefet çekişmeleri en dikkat çeken konu haline gelmiştir. Muhalefet, iktidarı demokratik olmamakla suçlayıp, Cumhuriyetin ancak demokrasi ile birlikte yaşanabileceğinin mesajlarına ağırlık verirken, iktidar ise Türkiye’de Cumhuriyet ve demokrasinin ilk kurucusunun CHP olduğunu ve muhalefeti de bizzat kendisi yaratarak demokrasinin en iyi örneğinin verildiğine dikkat çekmiştir. Bu değerlendirmeler Atatürk döneminin ağırlık noktasını oluşturan inkılâp, cumhuriyet, kazanımlar ve benzeri konularından çok farklı bir yaklaşımı ortaya çıkarmış ve Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına ciddi gölge düşürmüştür. Öyle ki Atatürk’ün ölümünden sonraki dönemlerde her yıl Cumhurbaşkanı ve Başbakanların verdiği Cumhuriyet Bayramı mesajları bile iktidar, muhalefet çekişmelerine malzeme haline getirilmiştir.
Çok Partili hayatın başlamasından sonra 27 yıllık CHP iktidarı 1950 yılında yapılan seçimlerden sonra sona ermiştir. Bu iktidara son vererek Türkiye’de yeni bir dönemin başlamasına sebep olan DP, on yıl boyunca yürüttüğü politikalarla Türk siyasi hayatında çok önemli izler bırakan bir döneme imza atmıştır. Menderes dönemi kutlanan Cumhuriyet Bayramları, 1946’dan itibaren başlayan iktidar muhalefet çekişmelerinin bayrama yansıtılmasında çok daha etkili bir dönem olmuştur. DP, iktidarının ilk döneminde demokrasi ve diğer alanlarda yaptığı uygulamalar ile memnuniyeti arttırarak daha çok taraftar toplamayı başarmıştır. Diğer taraftan muhalefet konumuna gelen CHP ise DP’nin uygulamalarına tepki göstererek, Atatürk ve İnönü dönemlerinin savunucusu rolünü üstlenmiştir. DP’nin daha güçlü olarak ikinci kere iktidara gelmesinden sonra ise gerginlik daha da artmış ve Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına muhalefet partilerinin katılmadığı, Cumhurbaşkanının tebrik töreninde bulunmadıkları zamanlar olmuştur. DP döneminin son yıllarında toplumun hemen hemen tüm kesimlerinde gerek ekonomik gerekse de siyasi sebeplerden dolayı huzursuzluklar artmıştır. Tüm bu yaşananlar Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına ciddi gölge düşürmüş ve her geçen yıl daha da özensiz bir biçimde yapılan programlar ile eski bayram coşkusu iyice yitirilmiştir. DP iktidarının askeri bir müdahale ile sonuçlanmasından sonra yeni döneme demokrasiye ikinci kere kavuşmak olarak bakılmıştır. Nitekim 1960 yılı Cumhuriyet Bayramı, yeni bir umudun başlangıcı, bundan sonra daha güzel günlerin olacağı beklentisini içermiştir. (Bolat, age, s.368-369)
Atatürk sonrası Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında iç politikada yaşanan bu tür etkilenmeler dış politikada da oluşmuştur. II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin başta ABD olmak üzere Batılı devletlerle yakınlaşması bayram kutlamalarında etkili olmuş, özellikle ABD’den gelen ekonomik ve siyasi destek bu devleti bayram günlerinde de ön plana çıkarmıştır. Bunun yanında Doğulu devletlerden uzak olarak izlenen politikanın Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında etkileri de hissedilmiştir. Ancak 1954 yılından itibaren Türkiye’nin Batılı devletlerle olan ilişkileri bozulmaya yüz tutmuştur. Bu bağlamda patlak veren Kıbrıs Meselesi bağlamında giderek Türkiye’nin büyük sıkıntılara doğru sürüklenmesine sebep olmuştur. Dolayısıyla bu soğukluklar Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında hissedilmiş ve basında yurt dışında bayram dolayısıyla yapılan programlar ve haberlerinde büyük azalmalar olmuştur. 1925 yılından itibaren resmi anlamda milli bayram olarak kutlanmaya başlayan Cumhuriyet Bayramlarının yaşanan tüm iç ve dış gelişmelerden etkilendikleri, özellikle Atatürk sonrası dönemde de 1960’a gelinceye kadar bayram kutlamalarında, zamanla eski önem ve coşkunun giderek azaldığı anlaşılmaktadır. Ülkede askeri bir müdahalenin yaşandığı 1960’da ise bayram kutlamalarında yeni bir hayat ve demokrasi anlamında yeni bir umudun başladığı vurgusunun ön plana çıktığı söylenebilir. (Bolat, age, s.369-370)
Meşrutiyetten Cumhuriyete millî bayram arayışları, millî bayram kutlama geleneği ve 1923 yılından itibaren 1960 yılına kadar Cumhuriyet Bayramı kutlamaları hakkında kısa da olsa tarihi bilgileri sizinle paylaşmış olduk. Seksen dokuzuncu yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.
serhat42@gmail.com