Bu seçimde de yine AK Partiye oy verirdim aslında…
Gezi olayları olurken geleceğime mal olacağını bile bile Ak Partiden, Erdoğan’dan yana oldum.
Gezi bir darbedir dedim…
Biz yine de AK Parti’ye oy verecektik…
Gezi’de üzerine işenen başörtülü kadın meselesinin bir hikaye olmasını da önemsemezdik belki.
Ama 8 ay boyunca “görüntüleri var” denilen olay bir diğeri kesim üzerinde güç gösterisine dönüşmeseydi keşke.
Çok önceleri duyuyorduk, devlet kadroları için yapılan mülakatlarda cemaatçi avı var diye …
İnanmak istememiştik…
17 Aralık bahanesiyle yüzlerce emniyet ve yargı mensubu tasfiye edildi…
Sonra başka memurlar “cemaatçi” oldukları bahanesiyle cadı avının kurbanı oldular.
Bilal Erdoğan başkanlığında bir aile vakfının olması hiç rahatsız etmemiştir çoğu kişiyi. Hatta o vakfa iş adamlarından zorla bağış alınması da...
İş adamlarından “zaten verilecek ihaleler” için eğitime hizmet etmek amacıyla kurulmuş vakfa zorla bağış almanın nesi yanlış olsun ki zaten.
Ama hakkında suç isnadı olan Bilal Erdoğan için bütün adliye mensuplarının kış günü yerlerinden yurtlarından edilerek tayin edilmesini vicdanlara anlatamazsınız.
17 Aralık’tan kısa bir süre sonra “milletin iradesi” ne dem vurduğum yazımı yazmıştım. Ne olursa olsun seçimle gelen seçimle gitmeli diye.
Hala aynı yerdeyim…
Fakat Ak Parti’nin kurulduğu günden beri kendisine destek veren bir kitleyi potansiyel düşman ilan etmesini, her platformda o kesimden şikayetçi olması akıl ile açıklanabilir bir durum değil.
Sırf siyaset için halkın bir kısmını diğerine şikayet etmek…
Bunu insafa sığdıramazsınız…
“Oyunu da al git” diyen yandaşlıktan mütevellit “müreffehlere” rağmen bu seçimde yine Ak Parti diyecektik belki de…
Ama ila-yi kelimetullah uğruna vatanını ailesini terk edenlere Haşhaşi denmesini koyamadık bir yere...
Ayakkabı kutularındaki milyonları çok da önemsememiştik. Arkasından söylenen Halkbank yalanları ve Bankasya'yı batırma çabalarını gözlerimizle görene kadar...
Urla'da sit alanına yapılan villalar ile ilgili iddialarda önemsizdi çoğumuz için. Hani Başbakan milletin aklıyla dalga geçercesine "bana ait değil" diyene kadar.
Oysa genel kanı kimse misafir gideceği evin klozetine, havuzuna karışmaz şeklindeydi...
Çözüm sürecini destekledim hep. İnsanı öldürmeyen her yol mubahtır dedim. Hala aynı düşünüyorum. Devlet insanı öldürecek değil, yaşatacak yollar arar.
Ama binlerce insanın ölümünün mesulü olanların “kahraman”, ideali yaşatmak olanların devleti yıkmak üzere kurulmuş “örgüt üyesi” ilan edilmesi de ağır be Usta...
Yıllarca atanmışların seçilmişler üzerindeki tahakkümünden şikayetçi olduk. Ama “atanmış” bir “Bakan’ın” hem de Erzurum’da Hocafendiden bahsederken “Kimsin sen kimsin” şeklindeki vicdan sızlatan o bağırışı affedilebilir gibi değil.
Unutmak istiyorum söylenenleri…
Hani 11 yıl iyi hizmet ettiler diyorum kendi kendime…
Demokratikleşme ve ekonomik istikrar devam etmeli diyorum…
Ama sonra gözümün önüne “Sizi böğürte böğürte bu topraklardan çıkartacağız” diyen kıymeti kendinden menkul “vekilin” sözleri geliyor ve irkiliyorum…
Sizin için kolay hatta belki sıradan, seçimlerde kime oy vereceğinizin kararı.
Ama benim için hiç öyle değil. İlk kez bu kadar değerli hissediyorum oyumu.
Her sabah istikrar sürsün diye yeniden Ak Parti’ye oy vermek için kendi kendime bahaneler buluyorum…
Sonra…
Sonra sn Başbakan çıkıyor, bir konuşma yapıyor. Alim müsveddesi diyor, STV’deki bir diziyle alay ediyor, illegal bir dinlemeye atıf yapıyor, ağabeyleri- ablaları diline doluyor, yurt dışındaki okulları büyükelçilere şikayet ediyor vs vs vs vs
Ve ben yeniden vaz geçiyorum…
Örgütün masum tabanı diyor ya sn Başbakan, şaşırıyorum…
Masum tabanı olan örgüt mü olurmuş…
Haşhaşi deyin, ağabeylerle ablalar ile dalga geçin, STV izleyenleri- Zaman okuyanları eleştirin, sonra “Örgütün masum tabanı bana oy versin” deyin…
Bunca tahkir, ötekileştirme, aşağılamadan sonra siz istediğiniz kadar köprülerden yollardan, havaalanlarından bahsedin.
Cemaatin masum tabanı oy vermeye giderken akıllarında; sizlerin bu haksız itham, suçlama ve tahkir cümleleri olacağı muhakkak…